Cuma, Temmuz 4, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 49

Mülteci Hakları Koordinasyonu’ndan yetkililere mektup: Hatay’daki Suriyelilere yönelik insan hakları ihlalleri araştırılsın

Beş insan hakları örgütünden oluşan Mülteci Hakları Koordinasyonu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na Hatay’daki sığınmacıların Suriye’ye zorla sınırdışı edildikleri iddiaları ile ilgili bir mektup gönderdi.

Mektupta Türkiye’ye sığınan Suriyeliler’in ulusal ve uluslararası hukuka aykırı bir şekilde, Türkiye yetkilileri tarafından zorla sınırıdşı edildiği iddiaları ile ilgili etkin bir soruşturma yapılması istendi.

LETTER TO THE AUTHORITIES FROM THE REFUGEE RIGHTS COORDINATION: HUMAN RIGHTS VIOLATIONS AGAINST SYRIANS IN HATAY SHOULS BE INVESTIGATED

Refugee Rights Coordination which consists of 5 human rights organizations from Turkey, sent a letter to President Abdullah Gül, Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan, Minister of Interior İdris Naim Şahin and Foreign Minister Ahmet Davutoğlu concerning the claims about the forced deportation of the asylum seekers  in Hatay to Syria.

Concerning the claims thet the Syrians who took refuge in Turkey were forcibly deported, against the national and international law, an effective investigation was requested in this letter.

Av Taner Kılıç: “Mülteciler Günü ardından Suriyeli mülteciler”

Bu yıl 20 Haziran Mülteciler Günü vesilesiyle mültecilerin sorunlarını özel olarak hatırlatmaya, değişik rakam ve istatistikler sunmaya hiç gerek olmadı.

Zira son aylarda Tunus, Mısır, Libya, Suriye ve son olarak yeniden Somali’deki gelişmelerden ötürü birçok insanın yollara düşerek güvenli bir sığınak aradığını birkaç aydır hemen her gün bütün dünya olarak medyadan takip ediyoruz. Bu yolculuklarda önemli sayıda insan yollarda kurban oldu; üstelik bu kez yaşamsal tehlike altında görülenlere kasten yardım edilmemesi gibi insanlık adına utanç verici tavırlara da tanık olduk. Son bir-iki aylık süreç içinde iyice yoğunlaşan Suriyeli mülteciler ise dünyanın her coğrafyasında ve tüm zamanlarda çok önemli olan bu insanlık dramını bize yine yakıcı bir şekilde hatırlattı. Genellikle pek de duyarlı olmadığımız geçmiş zamanlardaki veya uzak coğrafyalardaki insanların dramı şeklinde değildi bu kez. Can havliyle yollara düşen, üzerlerine doğru dürüst bir elbise ve ayakkabı bile alamadan kaçan insanları yanı başımızda görmek bizlere olayın ciddiyetini ve vehametini gösterdi.

20 HAZİRAN DÜNYA MÜLTECİLER GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI

Geçtiğimiz hafta içinde komşu ülke Suriye’de 2011 Mart ayında başlayıp vahameti gittikçe artan hadiseler neticesinde ve özellikle geçen hafta Türkiye sınırına yakın Jisr Al-Shugour kentinde güvenlik güçlerinin sivil halka hücum etmesi üzerine binlerce Suriye vatandaşı Türkiye’ye sığındı. Hatay’ın Yayladağı, Altınözü ve Reyhanlı ilçelerinde Kızılay tarafından kurulan çadır kamplarda karşılanan Suriyeli mültecilerin sayısı 10 000’e yaklaştı. Devletlerin savaş ve zulüm olayları nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalmış mülteci durumunda kişilere yönelik koruma yükümlüklerini belirleyen 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin 60. yılında bugün Türkiye kendi ülkesinde barınamamış binlerce talihsiz insan için bir sığınma ülkesi. Ülkemize sığınan bu güç durumda insanlara sınırlarımızı kapatmamak, onlarla dayanışma içinde olmak hem uluslararası hukukun gereği, hem de bu ülkenin yurttaşları olan bizler için vicdani bir sorumluluk. Türkiye gerek her gün ve her gece çoluklarıyla çocuklarıyla korku ve belirsizlik içinde evlerini ülkelerini terk edip sınırlarımıza gelen Suriyeliler için, gerekse ülkemizde sığınma arayan diğer mülteciler için güvenli bir liman olmalıdır.

Bizler Mülteci Hakları Koordinasyonu’nu oluşturan 7 örgüt, ülkemize Suriye’den devam eden toplu sığınma hareketiyle ilgili olarak:

  • Hükümet’in ülkemize sığınan Suriyeli mültecilere sınırları açık tutma politikasını ve Hatay ilinde Kızılay imkânlarıyla kısa sürede seferber edilen destek ve karşılama faaliyetini memnuniyetle takip etmekteyiz.
  • Hükümet bundan sonraki süreçte de gerek yasal yollardan gerekse sınır boyundan Türkiye’ye sığınacak Suriyelileri kabul etmeye ve koruma sağlamaya devam etmelidir.
  • Gelen sığınmacıların ülkeye kabulü ve temel ihtiyaçlarının karşılanması sürecinde etnik köken, din ve benzeri etkenler etrafında herhangi bir ayrım gözetilmeksizin eşit yaklaşılmalıdır.
  • Sığınmacı grubu içinde bulunabilecek refakatsiz küçükler, kadın ve çocuklar ve diğer hassas grupların özel korunma ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik tedbirler alınmalıdır.
  • Sığınmacıların ülkeye kabul ve kamplarda barındırılma aşamalarında BMMYK Türkiye Temsilciliği yetkililerinin de müdahiliyetinden ve uzmanlığından istifade edilmelidir.
  • Kamplarda barındırılan Suriyeli sığınmacılara özellikle hem Suriye’de hem de Türkiye’de bulunan yakınlarıyla haberleşme ve yüz yüze görüşme imkânı tanınmalıdır; dış dünyayla temas ve iletişimleri önündeki kısıtlamalar derhal gözden geçirilmeli, kamplardaki sığınmacıların dış dünyayla haberleşme ve yakınlarıyla temas imkânları ciddi şekilde arttırılmalıdır.
  • Suriye bilindiği üzere Mart ayında başlayan olaylar öncesinde önemli sayıda Filistinli ve Iraklı mülteci için bir sığınma ülkesi durumundaydı. Türkiye’ye gelen sığınmacı grubu içinde özellikle bu tipten korunmaya muhtaç üçüncü ülke vatandaşlarının BMMYK’ya ve Türkiye’deki sığınma prosedürüne erişimlerinin sağlanması çok önemlidir.
  • Bugüne kadar Hatay ilinde kurulan kamplarda, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı koordinasyonunda yürütülen faaliyetin düzenli ancak yeterince şeffaf olmayan bir yaklaşım içinde devam etmekte olduğunu değerlendirmekteyiz. Gerek kamplardaki genel durum ve ihtiyaçların tespiti ve karşılanması, gerekse işleyişin sivil denetimi ve hesap verebilirlik gerekleri açısından faaliyetin ulusal ve uluslararası uzman sivil toplum kuruluşlarının da izleme ve katılımına açılması gerekmektedir. Bu çerçevede, ilk olarak Mülteci Hakları Koordinasyonu’nu oluşturan 7 örgütü temsilen bir delegasyonun kamplara girişine izin verilmesini talep etmekteyiz.

Mülteci Hakları Koordinasyonu:
Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd)
İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (İHAD)
İnsan Hakları Derneği (İHD)
İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD)
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER)
Mültecilerle Dayanışma Derneği (Mülteci-Der)
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi (UAÖ)

ARKA PLAN BİLGİSİ

1951 Cenevre Mülteci Sözleşmesi’nin 60. Yılında Mülteciler ve Türkiye:

Bu yıl Mültecilerin Korunmasına İlişkin 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin 60. yıl dönümü. Hâlihazırda dünya genelinde, savaş ya da zulüm olayları nedeniyle ülkelerini terk etmiş yaklaşık 16 milyon insan mülteci durumunda. Türkiye, dünyanın en çok mülteci üreten Filistin, Afganistan, Irak, Somali gibi ülkeleriyle güvenli ve müreffeh Avrupa Birliği ülkeleri arasında bir köprü durumunda. Her yıl çok sayıda insan Türkiye üzerinden AB ülkelerine geçmenin yollarını arıyor. Ancak AB sınırlarını geçmek gittikçe zorlaşırken, giderek artan sayıda mülteci doğrudan Türkiye’ye sığınarak güvenlik arıyor. Şu anda Türkiye makamlarına ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Türkiye Temsilciliği’ne kayıtlı yaklaşık 19 000 sığınmacı var. Bunların önemli kısmı Irak, Iran, Afganistan ve Somali’den kaçmak zorunda kalmış insanlar. Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne bir “coğrafi sınırlama” ile imza attığından bu kişilere uzun vadede Türkiye’de iltica etme hakkı tanınmadığı için, bu 19 000 insan geçici olarak sığındıkları Türkiye’de BMMYK vasıtasıyla ABD, Kanada, Avustralya gibi üçüncü bir ülkeye yerleştirilme umuduyla bekliyorlar.

Türkiye’nin Sığınma Sisteminde Devam Eden Sorunlar:

Türkiye komşu ülke Suriye’deki gelişmelerden kaynaklanan toplu mülteci hareketi karşısında bugüne kadar iyi bir sınav vermiş olmakla birlikte, Irak, Iran, Afganistan ve diğer ülkelerden bireysel olarak ülkemize sığınıp İçişleri Bakanlığı ve BMMYK Türkiye Temsilciliği tarafından yürütülmekte olan “geçici sığınma” prosedürüne başvurmuş olan 19 000 civarındaki sığınmacı açısından sorunlar ve acil ihtiyaçlar devam etmektedir. Diğer yandan düzensiz hareket halindeyken yakalanıp geri gönderme merkezlerinde, havaalanlarında tutulan ve sığınma talebinde bulunan kişilerin sığınma prosedürüne erişimi noktasında sorunlar ve ihlal niteliğinde uygulamalar sürmektedir.

Bu çerçevede sığınma alanında devam eden mevzuat eksikliklerinin giderilmesine yönelik olarak, geçtiğimiz Ocak ayında Başbakanlık’a sevk edilen Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanun taslağının, yeni Meclis’in toplanmasına müteakip süratle yasalaşması son derece önemlidir. Taslağın yasalaşma sürecinde aralarında Mülteci Hakları Koordinasyonu üyesi 7 örgütün de bulunduğu uzman sivil toplum örgütlerinin ve BMMYK’nın nihai taslağa ilişkin eleştirileri ve iyileştirme önerileri ciddiyetle yeniden ele alınmalıdır.

Kısa vadede, özellikle geri gönderme merkezleri ve İstanbul Atatürk Havalimanı’nda tutulan kişilerden sığınma talebi olanların İçişleri Bakanlığı “geçici sığınma” prosedürüne ve BMMYK Türkiye Temsilciliği’ne erişimlerinin sağlanması Türkiye’nin uluslararası hukuk yükümlülüklerinin ve -yetersiz de olsa- mevcut ulusal mevzuatının açık bir gereğidir. Aynı bağlamda, kişilerin hukuka aykırı olarak zulüm ya da işkence tehlikesi altında olacakları ülkelere geri gönderilmesi uygulamalarına derhal son verilmelidir. Bu çerçevede hâlihazırda göç ve iltica alanındaki uygulamayı yürüten Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Hudut İltica Daire Başkanlığı faaliyetlerini hukuk devleti ve demokratik hesap verebilirlik kriterlerine daha uyumlu bir hale getirmek için çalışmalıdır.

Türkiye’nin Avrupa Birliği uyum süreci bağlamında sığınma ve düzensiz göç yönetimi alanında İçişleri Bakanlığı Göç ve İltica Bürosu koordinasyonu altında devam eden reform ve kurum oluşturma sürecinde, biz alanda çalışan hak savunucuları ve sivil toplum örgütlerinin katılım ve katkılarını sağlayacak şeffaf ve demokratik yaklaşım artarak devam etmelidir.

Açıklamayı pdf formatında buradan bilgisayarınıza indirebilirsiniz.

İHAD: 2010 Yılı Türkiye İltica ve Sığınma Hakkı İzleme Raporu

Sığınma alanındaki ulusal mevzuat ile uluslararası standartlar arasında derin boşlukların bulunduğu Türkiye’de sığınma hukukunun güncellenmesi ve mevcut hukuki sorunların giderilmesi konusunda son yıllarda olumlu bir takım gelişmeler yaşansa da bu çalışmalar henüz istenilen yeterlilikte değildir. Bununla birlikte iki yıldır hazırlıkları süren iltica yasası, bu alandaki en önemli yasal düzenleme olarak görülmektedir. Yeni yasasının yürürlüğünden itibaren Türkiye’nin mülteci ve sığınmacıların korunmasında çok daha ileri bir düzeye erişmesi beklenmektedir.

Rapora ulaşmak için tıklayınız.

Denizdeki mülteciler

Geçtiğimiz günlerde The Guardian gazetesinin ortaya çıkardığı bir felaket Türkiye ve Avrupa kamuoyunda oldukça geniş bir şekilde yer aldı: habere göre Libya’dan Avrupa’ya ulaşmak üzere yola çıkan ve içinde 72 sığınmacı ve göçmenin bulunduğu tekne yakıtı bitince denizin ortasında yardıma muhtaç bir şekilde mahsur kaldı.

Av. Taner Kılıç
Mültecilerle Dayanışma Derneği

M.S.S. v. Belçika ve Yunanistan (No. 30696/09)

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 21 Ocak 2011 tarihinde Belçika ve Yunanistan hakkında verdiği kararda (“M.S.S. v. Belgium and Greece” – AİHM Büyük Daire Kararı), Türkiye üzerinden Yunanistan ve Belçika’ya giden bir Afgan mültecinin Belçika’dan Yunanistan’a gönderilmesini her iki ülke açısından 3. madde ihlali olarak değerlendirdi. AB hukukuna göre Belçika’dan Yunanistan’a göndermeye bir engel olmamakla birlikte, AİHM Yunanistan’daki tutulma koşullarını da dikkate alarak, her iki ülkenin AİHS’nin 3. maddesini ihlal ettiği sonucuna vardı. Karar uyarınca, Belçika mahkeme masraflarıyla birlikte toplam 32,250 avro, Yunanistan ise 5,725 avro tazminat ödemeye mahkûm edildi.

Türkiye’nin taraf olduğu geri kabul anlaşmaları açısından da önem taşıyan bu karar İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) için Filiz Akgün tarafından Türkçeye çevrildi ve Av. Orçun Ulusoy tarafından gözden geçirildi. Kararı aşağıdaki bağlantıdan bilgisayarına indirebilirsiniz.

M.S.S. v. Belçika ve Yunanistan (pdf, 771 KB)

Kararın İngilizce orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.

Türkiye Suriyelilere sınırlarını kapatmamalı

Basına ve Kamuoyuna

Yaklaşık 1 ay önce Türkiye’ye en uzun kara sınırı olan Suriye’de başlayan protesto gösterileri gün geçtikçe şiddetlenmektedir. Suriye hükümetinin özellikle son iki haftadır göstericilere askeri önlemlerle, ağır silahlar kullanarak karşılık vermesi yüzlerce sivilin öldürülmesine binlerce sivilin yaralanmasına neden olmuştur.

Suriye’deki bu kaos ortamından kaçarak güvenli bir yer arayan bir kısım Suriyeli, en yakın komşu ülke olarak gördükleri Türkiye’ye sığınmışlardır. 29 Nisan 2011 tarihinde Hatay’ın Yayladağı ilçesi sınırına gelerek Türkiye’ye sığınmak isteyenler Türkiye yetkilileri tarafından kabul edilmiş ve 252 Suriyeli sığınmacının güvenlik, barınma, gıda, sağlık ihtiyacını karşılamak üzere önlemler alınmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin topraklarına sığınan bu kişilere sınırlarını kapamamış olması Mülteci Hakları Koordinasyonu tarafından olumlu karşılanmakta; bundan sonra atılacak adımlara dair öneriler sunulmak istenmektedir:

  • Bundan sonra olası sığınma hareketleri için Suriye sınırının kapatılmaması, gelenlerin sınırdan geri çevrilmemesi, sığınma amacıyla gelenlerin koruma altına alınması gerekmektedir.
  • Suriye’den gelen sığınmacılar ülkeye kabul edilirken ve daha sonraki ihtiyaçlar karşılanırken etnik köken, din ve benzeri konularda ayrım yapılmaksızın eşit yaklaşılmalıdır.
  • Kendi imkânları ile ihtiyaçlarını karşılayabilecek olanların veya akrabalık ilişkisi nedeni ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ile birlikte yaşamak isteyenlerin bu talepleri değerlendirmeye alınmalıdır.
  • Refakatsiz çocuklar için SHÇEK koordinasyonunda ve uzman meslek elemanları eşliğinde özel hassasiyetlerini gözeten uzun süreli önlemler alınmalıdır.
  • Sığınmacıların kabul süreciyle ilgili tüm aşamalarda sivil toplum örgütleri ile birlikte çalışılmalı, misafir edildikleri yerlere ve sığınmacılara sivil toplum örgütleri yetkililerinin erişimi sağlanmalıdır.
  • Sığınmacıların kabul ve sonraki süreçlerinde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) yetkililerine erişimlerinin sağlanması; BMMYK’nin tüm süreci gözlemleyebilmesine imkân tanınması gerekmektedir.
  • Türkiye’ye sığınanlar arasından 1951 Cenevre Sözleşmesi çerçevesinde mülteci statüsü almak isteyenlerin iltica başvuruları ayrıca ele alınarak, değerlendirilmelidir.
  • Her ne sebeple olursa olsun Suriye’deki çatışma ortamı sonlanmadan sığınmacılar ülkelerine geri gönderilmemelidir.

Suriye’den kaçarak Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan kişilerin koruma altına alınması, Türkiye sınırlarının bu kişilere kapatılmaması insani bir görev olmanın yanında 1951 Cenevre Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi Türkiye’nin de taraf olduğu belgelerle garanti altına alınmış, uluslararası insan hakları hukukunun da gereğidir. Türkiye’ye sığınan yabancıların durumunu düzenleyen 1994 Yönetmeliği’nin “Sınırlarımıza Topluca Gelen veya Sınırlarımızı Topluca Geçen Mülteci ve Sığınmacıların Ülkemize Kabul Edilmeleri Halinde Yapılacak İşlemler ve Alınacak Tedbirler” ile ilgili dördüncü bölümü Türkiye’nin de taraf olduğu bu sözleşmelere aykırılık teşkil etmeyecek şekilde titizlikle uygulanmalıdır.

MÜLTECİ HAKLARI KOORDİNASYONU
■ Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd)
■ İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (İHAD)
■ İnsan Hakları Derneği (İHD)
■ İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD)
■ İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER)
■ Mültecilerle Dayanışma Derneği (Mülteci-Der)
■ Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi (UAÖ)

Keshmiri / Türkiye (No:1)

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

KESHMIRI/Türkiye

Başvuru No. 36370/08
Strazburg13 Nisan 2010

İKİNCİ DAİRE

USULİ İŞLEMLER

Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan davanın (no. 36370/08) nedeni İran vatandaşı Mansour Keshmiri’nin (“başvuran”), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Sözleşmesi’nin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca 1 Ağustos 2008 tarihinde yapmış olduğu başvurudur.

Başvuran, İstanbul Barosu avukatlarından A. Baba tarafından temsil edilmişlerdir.

OLAYLAR

I. DAVA KOŞULLARI

Başvuran, 1958 doğumludur ve halen Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’nde tutulmaktadır.

1985’te başvuran İran’daki Halkın Mücahit Örgütü’ne (PMOI) katılmıştır.

1986’da Irak’a gelmiştir. 2003’te PMOI’nın hedeflerine ve yöntemlerine karşı olması nedeniyle örgütü terk edene kadar Irak’taki PMOI mensuplarının bulunduğu Al-Ashraf kampında yaşamıştır. PMOI’dan ayrıldıktan sonra, Irak’taki ABD güçlerinin oluşturduğu bir kamp olan Geçici Mülakat ve Koruma Merkezi’e (TIPF) gitmiştir. Daha sonra bu kamp, Ashraf Mülteci Kampı adını almıştır.

Başvuran 5 Mayıs 2006’da, sorgulanması ardından, Irak’ta kaldığı süre boyunca Cenevre’deki BMMYK tarafından sığınmacı olarak kabul edilmiştir.

Başvuran belirsiz bir tarihte sahte pasaportla Türkiye’ye giriş yapmıştır.

1 Haziran 2008’te Bodrum limanından sahte pasaportla Yunanistan’daki Kos adasına gitmeye teşebbüs ederken Türk güvenlik güçleri tarafından yakalanmıştır.

Bekleyebilecek gibi hissetmemiş ve yasadışı yollardan Türkiye’yi terk etmeye teşebbüs etmiştir.

2 Haziran 2008’de BMMYK şubesi İçişleri Bakanlığı’na bir yazı göndererek başvuranın kendi vekaletleri altında sığınmacı olarak kabul edildiğini bildirmiştir.

Belirsiz bir günde BMMYK şubesi ulusal makamlardan başvurana Türkiye’deki iltica usulüne erişim hakkı verilmesini istemiştir. Bu talep, PMOI üyeliği göz önüne alındığında başvuranın Türkiye’deki varlığının ulusal güvenliğe tehdit arz ettiği düşüncesiyle reddedilmiştir.

Polis gözetiminde tutulması ardından başvuran hakkında tutuklama emri çıkarılmış ve Türkiye’ye yasadışı yollardan girmesi ve kimlik kartı sahteciliği yapması nedeniyle aleyhinde suçlamalarda bulunulduğu için Muğla cezaevine gönderilmiştir.

1 Ağustos 2008’de başvuran İran’a sınır dışı edilmek amacıyla Türkiye’nin doğusundaki Van iline gönderilmiştir.

AİHM İç Tüzüğü’nün 39. Maddesi bağlamında ihtiyati tedbir alınması üzerine başvuran, Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ne gönderilmiştir.

HUKUK

I. HÜKÜMET’İN İLK İTİRAZLARI VE KABULEDİLEBİLİRLİK

Hükümet, herhangi bir sınır dışı etme emri verilmemiş olması nedeniyle başvuranın AİHS’nin 34. maddesi bağlamında mağdur statüsünde olmadığını kaydetmiştir. Hükümet ayrıca sınır dışı emri verilmiş olsaydı, başvuranın Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca idari mahkemelere başvuruda bulunabileceğini ve başvurması gerekeceğini ileri sürmüştür.

AİHM, daha önce Abdolkhani ve Karimnia davasında Sorumlu Hükümet’in benzer itirazlarını incelemiş ve reddetmiş olduğunu yinelemektedir. AİHM mevcut davada önceki içtihadından farklı yönde karar vermesini gerektirecek özel koşullar tespit etmemektedir. Dolayısıyla, Hükümet’in itirazlarını reddetmektedir.

AİHM, başvurunun AİHS’nin 35/3 maddesi bağlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını gözlemlemektedir. Ayrıca, kabuledilemez olduğu sonucuna varmak için gerekçe görmemektedir. Bu nedenle, kabuledilebilir olduğu sonucuna varılmalıdır.

II.AİHS’NİN 2., 3. VE 13. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran AİHS’nin 2. ve 3. maddeleri bağlamında sınır dışı edilmesi halinde, açık bir ölüm ya da kötü muamele riskine maruz kalacağını iddia ederek İran’a ya da Irak’a sınır dışı edilmekle tehdit edildiğinden şikayetçi olmuştur. İran’a gönderilmesinin kendisini gerçek bir ölüm ya da kötü muamele riskine maruz bırakacağını iddia etmiştir. Özellikle, eski bir PMOI üyesi olarak, İran’da ölüm cezasına çarptırılma riskiyle karşı karşıyadır. Başvuran ayrıca Irak’ta yetkili makamlar tarafından eski Saddam Hüseyin rejiminin müttefiki olarak kabul edildiği için kötü muameleye maruz bırakılacağını kaydetmiştir. Başvuran son olarak AİHS’nin 13. maddesi uyarınca AİHS’nin 2. ve 3. maddeleri bağlamındaki şikayetleri hususunda etkili bir iç hukuk yolunun mevcut olmadığını kaydetmiştir. Bu bağlamda, sınır dışı emrinden haberdar edilmediğini ve Türkiye’deki iltica usulüne erişimine izin verilmediğini iddia etmiştir.

AİHM, başvuranın 2.ve 3. maddeler kapsamındaki şikayetlerini, AİHS’nin 3. maddesi açısından incelemenin daha uygun olduğu kanaatindedir.

Hükümet başvuranın, Amerika Birleşik Devletleri tarafından terörist bir örgüt olarak adlandırılan PMOI’nın üyesi olduğunu iddia etmiştir. Bu nedenle, başvuranın da aralarında bulunduğu örgüt üyelerinin Türkiye’de kalmasına izin vermek ulusal güvenlik, kamu güvenliği ve düzeni için risk teşkil edecektir. Başvuranın, ulusal mevzuata uygun olarak gelmiş olduğu Irak’a geri gönderileceğini iddia etmiştir. Ancak Hükümet, AİHM İç Tüzüğü’nün 39. maddesi bağlamında kendilerine gösterilen geçici tedbire uymaktaydı. Bu bağlamda, başvuranın Irak’a sınır dışı edilmesinin kendisi için risk teşkil etmeyeceğini iddia etmiştir.

Hükümet ayrıca başvuranın, Türkiye’ye ilk geldiğinde 1994 Yönetmeliği’ne uygun olarak sığınma ve geçici sığınma başvurusunda bulunmadığını ileri sürmüştür. Türkiye’ye yasadışı yollardan gelen yabancıların, makul bir süre içerisinde ulusal makamlara başvurmaları ve sığınma ya da geçici sığınma talebinde bulunmaları gerektiğini; bulunmadıkları takdirde, Türkiye’de yasadışı göçmenler olarak kabul edileceklerini kaydetmiştir. Bu nedenle Hükümet, başvuranın ulusal mevzuat uyarınca Türkiye’den sınır dışı edilebilecek yasadışı bir göçmen olduğu kanısına varmıştır. Hükümet ayrıca başvuranın, talep etmiş olsaydı tutuklu olduğu süre içerisinde avukat yardımı alabileceğini kaydetmiştir.

AİHM öncelikle Hükümet’in, kendilerine açık bir soru sorulmasına rağmen İkinci Daire Başkanı, AİHM İç Tüzüğü’nün 39. maddesi bağlamındaki geçici tedbire işaret etmeye karar verdiğinde, başvuranın kendisini sınır dışı etmek amacıyla Van’a götürdüklerine ilişkin iddiasının doğruluğuna itiraz etmediğini gözlemlemektedir. Bununla birlikte, Hükümet başvuran hususunda sınır dışı emri bulunmadığını belirtmiştir ancak başvuranın sınır dışı edilmesi iç hukuka uygun olan yasadışı bir göçmen olduğunu ve Türkiye’de bulunmasının ulusal güvenlik için risk teşkil ettiğini de kaydetmiştir. AİHM ayrıca Hükümet’in, kendilerinden talep edildiği halde, başvuranın sığınma talebinin reddedildiğine, sınır dışı edilmekle tehdit edildiğine ve tutukluluğuna ilişkin belgeler sunmadığını kaydetmektedir. AİHM bu koşullar altında başvuranın, sınır dışı edilmesi girişiminde bulunulmasını çevreleyen koşulları doğru olarak yansıttığı sonucuna varmaktadır.

AİHM bu bağlamda, mevcut dava koşullarının, eski PMOI üyeleri olan başvuranların İran’a ya da Irak’a gönderilmeleri halinde AİHS’nin 3. maddesine aykırı bir muameleye maruz bırakılmaları riskinin ortaya çıkacağı sonucuna vardığı Abdolkhani ve Karimnia/Türkiye davasındaki koşullarla hemen hemen aynı olduğuna işaret etmektedir. AİHM aynı zamanda Abdolkhani ve Karimnia/Türkiye kararında, başvuranların İran’da ve Irak’ta karşı karşıya kalabilecekleri risklerin ulusal makamlar tarafından hiçbir zaman incelenmemesi nedeniyle İran’da ve Irak’ta kötü muamele ve ölüm riskiyle karşı karşıya kalacakları iddiaları hususunda kendileri için etkin ve erişilebilir bir iç hukuk yolunun mevcut olmadığı sonucuna varmıştır. AİHM bu hususta sözkonusu başvuranların sınır dışı edilme kararlarından haberdar edilmediklerini göz önüne almıştır. AİHM ayrıca sınır dışı kararlarının bozulmasını talep eden idari mahkemelere yapılan başvurunun, Türk hukuku kapsamında otomatik bir askıya alma etkisi bulunmadığını kaydetmiştir.

Mevcut dava olaylarının, Karimnia/Türkiye davasındaki koşullarla hemen hemen aynı olduğunu göz önüne alan AİHM, önceki kararından farklı bir karar vermesi için özel nedenler görmemektedir.

Dolayısıyla AİHM, başvuran İran’a ya da Irak’a sınır dışı edilseydi, AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edilmiş olacağı kanaatindedir. Ayrıca, AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

Sözleşme’nin 41. maddesine göre:

“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollarının ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”

Başvuran, adil tatmin talebinde bulunmamıştır. Dolayısıyla AİHM başvurana bu başlık altında tazminat ödenmesini gerekli görmemektedir.

BU GEREKÇELERE DAYANARAK, AİHM OYBİRLİĞİ İLE

1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna;

2. Başvuranın İran’a ya da Irak’a sınır dışı edilmesinin AİHS’nin 3. maddesinin ihlaline neden olacağına;

3. Başvuranın 3. madde bağlamındaki şikayetleri hususunda AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine;

KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları uyarınca 13 Nisan 2010 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

Kaynak: www.inhak-bb.adalet.gov.tr/aihm/karar/keshmiri01.04.2011.doc

Mülteci Hukuku Açısından Uluslararası Hukukta “Geri Göndermeme” (Non–Refoulement) İlkesi

Makaleyi pdf formatında bilgisayarınıza indirmek için tıklayınız: ULUSLARARASI_HUKUKTA_GERI_GONDERMEME_ILKESI_27.02.2011 (94kb)

MÜLTECİ HUKUKU AÇISINDAN ULUSLARARASI HUKUKTA “GERİ GÖNDERMEME” (NON – REFOULEMENT) İLKESİ

Av. Abdulhalim YILMAZ*

1 – GENEL OLARAK

Geri göndermeme (“Non-refoulement”) ilkesi, devletlerin, kendi egemenlik sahaları içersinde bulunan kişileri zulme uğrama riski altında oldukları bölgelere göndermeme yükümlülüğünü ifade eder.[1] Mülteci hukukunun temelini oluşturan “geri göndermeme” ilkesi, mültecinin yaşama hakkı ve işkence, kötü muamele, insanlık dışı aşağılayıcı ceza ve muameleye maruz kalmama hakkı gibi temel insan haklarının korunmasını amaçlamaktadır.[2] Mültecinin yaşamını tehlikeye sokacak bir yere gönderilmemesi, mülteciler için en önemli hukuki güvencedir.[3] İltica hukukunun en önemli unsurlarından biri olan ve zulüm riski olan yere geri göndermemeyi ifade eden “geri göndermeme” ilkesi, uluslararası geleneksel hukukun bir kuralı (uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı) haline gelmiştir. Bu nedenle, 1951 Sözleşmesine taraf olsun olmasın tüm Devletler açısından bağlayıcıdır.[4]

Geri göndermeme ilkesi, sadece mülteci olan kişilerle sınırlı değildir. Sınırdışı edilmesi, iade edilmesi (geri verme) gibi zorla geri gönderme hallerinde, yaşam hakkı ihlali veya işkence görme riski olan herkes için geçerlidir, kişinin mülteci olması gerekli değildir.

MÜLTECİ HAKLARI GÜNDEMİ