Perşembe, Temmuz 17, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 57

Bir İnsan Hakkı Olarak İltica

Av. Taner Kılıç

Henüz Türkiye’de genel kamuoyu açısından ciddi anlamda bir farkındalık oluşmamış ise de bir süredir iltica hukuk sürecimizin çok önemli bir dönemeç noktasında bulunmaktayız. Türkiye bu konudaki tarihi mirasından bu gün çok ayrı bir yerde duruyor ve bu konumun yine “dış faktörler” ile değişmesi gündemde. Konu hakkında ülkemizde çok az sivil toplum kuruluşu, çok az akademisyen ve avukat çalışıyor ve konu gündemimize çok az giriyor. Çünkü bu sorunun konusunu oluşturan kişiler vatandaşımız olmayan ve hayatın kıyısında yaşama tutunmaya çalışan “yabancılar”. Oysa, bu süreç içinde alınacak kararlar ve buna bağlı olarak değiştirilecek mevzuat Türkiye’deki resmi mevcut insan hakları perspektif ve uygulamamızı ciddi olarak ilgilendirmekte.

Son Güncellenenler Detay

{source}
<?php require_once(‘Connections/baglan.php’); ?><?php
$maxRows_DetailRS1 = 20;
$pageNum_DetailRS1 = 0;
if (isset($_GET[‘pageNum_DetailRS1’])) {
    $pageNum_DetailRS1 = $_GET[‘pageNum_DetailRS1’];
}
$startRow_DetailRS1 = $pageNum_DetailRS1 * $maxRows_DetailRS1;

mysql_select_db($database_baglan, $baglan);
$recordID = $_GET[‘recordID’];
$query_DetailRS1 = “select * from sanal1 WHERE alias = “.”‘”.$recordID.”‘”.”union select * from sanal2 WHERE alias = “.”‘”.$recordID.”‘”.”union select * from sanal3 WHERE alias = “.”‘”.$recordID.”‘”;
$query_limit_DetailRS1 = sprintf(“%s LIMIT %d, %d”, $query_DetailRS1, $startRow_DetailRS1, $maxRows_DetailRS1);
$DetailRS1 = mysql_query($query_limit_DetailRS1, $baglan) or die(mysql_error());
$row_DetailRS1 = mysql_fetch_assoc($DetailRS1);

if (isset($_GET[‘totalRows_DetailRS1’])) {
    $totalRows_DetailRS1 = $_GET[‘totalRows_DetailRS1’];
} else {
    $all_DetailRS1 = mysql_query($query_DetailRS1);
    $totalRows_DetailRS1 = mysql_num_rows($all_DetailRS1);
}
$totalPages_DetailRS1 = ceil($totalRows_DetailRS1/$maxRows_DetailRS1)-1;
?><!DOCTYPE html PUBLIC “-//W3C//DTD XHTML 1.0 Transitional//EN” “http://www.w3.org/TR/xhtml1/DTD/xhtml1-transitional.dtd”>
<html xmlns=”http://www.w3.org/1999/xhtml”>
<head>
<meta http-equiv=”Content-Type” content=”text/html; charset=iso-8859-1″ />
<title>Untitled Document</title>
</head>

<body>
        
<table border=”1″ align=”left” class=contentpaneopen cellpadding=2 cellspacing=2>
    

    
<tr><td><?php echo $row_DetailRS1[‘title’]; ?> </td></tr>
    
<tr><td><?php echo $row_DetailRS1[‘introtext’]; ?> </td></tr>
    
<tr><td><?php echo $row_DetailRS1[‘description’]; ?> </td></tr>
</table>

</body>
</html><?php
mysql_free_result($DetailRS1);
?>

{/source}

Son Güncellenenler

{source}

<?php require_once(‘Connections/baglan.php’); ?>
<?php

mysql_query(“SET NAMES ‘utf8′”);
$currentPage = $_SERVER[“PHP_SELF”];

$maxRows_Recordset1 = 33;
$pageNum_Recordset1 = 0;
if (isset($_GET[‘pageNum_Recordset1’])) {
    $pageNum_Recordset1 = $_GET[‘pageNum_Recordset1’];
}
$startRow_Recordset1 = $pageNum_Recordset1 * $maxRows_Recordset1;

mysql_select_db($database_baglan, $baglan);$query_Recordset1 = “select * from jos_content Order By modified DESC”;

$query_limit_Recordset1 = sprintf(“%s LIMIT %d, %d”, $query_Recordset1, $startRow_Recordset1, $maxRows_Recordset1);
$Recordset1 = mysql_query($query_limit_Recordset1, $baglan) or die(mysql_error());
$row_Recordset1 = mysql_fetch_assoc($Recordset1);

if (isset($_GET[‘totalRows_Recordset1’])) {
    $totalRows_Recordset1 = $_GET[‘totalRows_Recordset1’];
} else {
    $all_Recordset1 = mysql_query($query_Recordset1);
    $totalRows_Recordset1 = mysql_num_rows($all_Recordset1);
}
$totalPages_Recordset1 = ceil($totalRows_Recordset1/$maxRows_Recordset1)-1;

mysql_select_db($database_baglan, $baglan);
$query_Recordset2 = “SELECT * FROM jos_categories”;
$Recordset2 = mysql_query($query_Recordset2, $baglan) or die(mysql_error());
$row_Recordset2 = mysql_fetch_assoc($Recordset2);
$totalRows_Recordset2 = mysql_num_rows($Recordset2);

mysql_select_db($database_baglan, $baglan);
$query_Recordset3 = “SELECT * FROM jos_sections”;
$Recordset3 = mysql_query($query_Recordset3, $baglan) or die(mysql_error());
$row_Recordset3 = mysql_fetch_assoc($Recordset3);
$totalRows_Recordset3 = mysql_num_rows($Recordset3);

$queryString_Recordset1 = “”;
if (!empty($_SERVER[‘QUERY_STRING’])) {
    $params = explode(“&”, $_SERVER[‘QUERY_STRING’]);
    $newParams = array();
    foreach ($params as $param) {
    if (stristr($param, “pageNum_Recordset1”) == false &&
        stristr($param, “totalRows_Recordset1”) == false) {
     array_push($newParams, $param);
    }
    }
    if (count($newParams) != 0) {
    $queryString_Recordset1 = “&” . htmlentities(implode(“&”, $newParams));
    }
}
$queryString_Recordset1 = sprintf(“&totalRows_Recordset1=%d%s”, $totalRows_Recordset1, $queryString_Recordset1);

?>



<div align=”center”><?php echo $totalRows_Recordset1?>&nbsp;&nbsp;Kayıttan&nbsp;&nbsp;<?php echo ($startRow_Recordset1 + 1) ?>&nbsp;&nbsp;ile&nbsp;&nbsp;<?php echo min($startRow_Recordset1 + $maxRows_Recordset1, $totalRows_Recordset1) ?>&nbsp;&nbsp;Arasindakiler&nbsp;&nbsp;Görüntüleniyor.</div>
<table border=”0″ align=”center”
class=“contentpaneopen” cellpadding=”2″ cellspacing=”2″>
    <tr>
    <td><font size=”+1″><b>Konu Başlıkları
</b></font></td>
    <td>
<font size=”+1″><b>Güncelleme Tarihi </b></font></td>
    </tr>
    <?php do { ?>
    <tr>
    
     <td><a href=”http://www.multecihaklari.org/index.php?option=com_content&view=article&id=80&recordID=<?php echo $row_Recordset1[‘alias’]; ?>> <?php echo $row_Recordset1[‘title’]; ?>&nbsp; </a> </td>
     <td><?php echo $row_Recordset1[‘modified’]; ?></td>
    </tr>
    <?php } while ($row_Recordset1 = mysql_fetch_assoc($Recordset1)); ?>
</table>
<br>
<table border=”0″ width=”50%” align=”center”>
    <tr>
    <td width=”23%” align=”center”><?php if ($pageNum_Recordset1 > 0) { // Show if not first page ?>
         <a href=”<?php printf(“%s?pageNum_Recordset1=%d%s”, $currentPage, 0, $queryString_Recordset1); ?>>Ilk Sayfa</a>
         <?php } // Show if not first page ?>
    </td>
    <td width=”31%” align=”center”><?php if ($pageNum_Recordset1 > 0) { // Show if not first page ?>
         <a href=”<?php printf(“%s?pageNum_Recordset1=%d%s”, $currentPage, max(0, $pageNum_Recordset1 – 1), $queryString_Recordset1); ?>>Onceki Sayfa</a>
         <?php } // Show if not first page ?>
    </td>
    <td width=”23%” align=”center”><?php if ($pageNum_Recordset1 < $totalPages_Recordset1) { // Show if not last page ?>
         <a href=”<?php printf(“%s?pageNum_Recordset1=%d%s”, $currentPage, min($totalPages_Recordset1, $pageNum_Recordset1 + 1), $queryString_Recordset1); ?>>Sonraki Sayfa</a>
         <?php } // Show if not last page ?>
    </td>
    <td width=”23%” align=”right”><?php if ($pageNum_Recordset1 < $totalPages_Recordset1) { // Show if not last page ?>
         <a href=”<?php printf(“%s?pageNum_Recordset1=%d%s”, $currentPage, $totalPages_Recordset1, $queryString_Recordset1); ?>>Son Sayfa</a>
         <?php } // Show if not last page ?>
    </td>
    </tr>
</table>
<p>&nbsp;</p>
<div align=”center”><?php echo $totalRows_Recordset1?>&nbsp;&nbsp;Kayıttan&nbsp;&nbsp;<?php echo ($startRow_Recordset1 + 1) ?>&nbsp;&nbsp;ile&nbsp;&nbsp;<?php echo min($startRow_Recordset1 + $maxRows_Recordset1, $totalRows_Recordset1) ?>&nbsp;&nbsp;Arasindakiler&nbsp;&nbsp;Görüntüleniyor.</div>
<p>&nbsp;</p>
<p>&nbsp;</p>
<p>&nbsp;</p>


<?php
mysql_free_result($Recordset1);

mysql_free_result($Recordset2);

mysql_free_result($Recordset3);
?>

{/source}

Mülteci, Sığınmacı ve Uluslararası Korunmaya Muhtaç Diğer Kişilerin Haklarının Etkin Koruması Projesi

Türkiye son yıllarda sayıları giderek artan bir şekilde mültecilik hakkından yararlanmak isteyen kişiler için önemli bir ülke olmuştur. Ancak Türkiye’de mültecilik hakkı önemli bir insan hakkı sorununa dönüşmüştür. TİHV’nin özellikle son dönemlerde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ile geliştirdiği ortak programlar ve travma alanındaki birikimimiz göz önüne alındığında bu alana ilişkin çalışmalarımızın, kuşkusuz birikimimizi esas alarak, geliştirilmesi TİHV’nin 2009-2012 dönemini kapsayan üç yıllık programında yer verildiği gibi bir başka öncelikli hedefimizdi. Bu doğrultudaki çalışmalarımızın bir sonucu olarak Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Türkiye Temsilcili ile 3 Ağustos 2009 tarihinde bir mutabakat belgesi imzalanmıştır. Bu mutabakata belgesinden de kuvvet alarak İHD ile birlikte ve BMMYK işbirliğiyle bu dönemde somut bir proje başlatılmıştır.

1 Şubat 2010 tarihi itibariyle başlayan Proje’de mülteci ve sığınmacıların hakları korunması ve bu haklara erişim sağlanması, mültecilerle ve sığınmacılarla ilişkisi olan kişi ve kurumların bilincinin artırılması, kamuoyunun mültecilerin ve sığınmacıların problemlerine duyarlığını artırılması, Cenevre Sözleşmesi’nin ulusal mevzuatta etkin bir şekilde uygulanması hedeflenmektedir.

“40 MÜLTECİYİ ÖLDÜRÜP GÖMDÜK” İDDİASI DERHAL ARAŞTIRILMALIDIR

11 Mayıs 2010 tarihli Sabah gazetesinde yer alan habere göre* Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde jandarma istihbaratında görev yapmış olan bir uzman çavuş, 13 yıl önce Van’ın Başkale ilçesinde geçici görevdeyken İran sınırından kaçak yollarla Türkiye’ye giriş yapan 40 mülteciyi öldürüp bir çukura gömdüklerini, bu kişilere ait toplu mezarın yerini de gösterebileceğini öne sürmüştür.

Gizli tanık olarak ifade veren uzman çavuş, konu ile ilgili bilgi verilen Tugay Komutanı Tuğgeneralin, bu kişilerin savcılığa çıkarılmaları halinde tutuklanmayıp serbest bırakılacaklarını ve sınır dışı edildikten bir süre sonra tekrar ülkeye giriş yapmak isteyeceklerini söylediğini, “hepsini öldürün” talimatı üzerine de elleri arkadan bağlanan mültecilerin karakola 5 kilometre uzaklıkta bulunan dağlık bir alanda tarandığını iddia etmiştir. Cesetlerin iş makineleriyle kazılan bir çukura gömüldüğünü ve üzerlerinin kapatıldığını öne süren gizli tanık, 40 mülteciye ait toplu mezarın yerini de gösterebileceğini belirtmiştir.

Bu korkunç iddia son derece ciddi ve özenle soruşturulması gereken bir suça işaret etmektedir ve derhal tarafsız ve kapsamlı bir soruşturma yürütülerek sorumluların yargı önüne çıkarılmasını gerektirir.

Daha önce de Türkiye’de kamu görevlilerinin neden olduğu, mültecilerin ölümü ile sonuçlanan olaylar yaşanmıştır. 23 Nisan 2008 tarihinde Irak’a zorla sınırdışı edilmek istenirken Dicle Nehri’nde boğulan 4 İran’lı mülteci ile ilgili de etkin bir soruşturma yapılmamış ve mültecilerin yaşam haklarını ellerinden alan faillere hiçbir yaptırım uygulanmamıştır.

Mülteci Hakları Koordinasyonunu oluşturan hak örgütleri olarak, “40 mülteciyi öldürüp gömdük” iddiasının bir an öce adli ve idari soruşturmalarla araştırılmasını, eski istihbarat görevlisinin tarif ettiği toplu mezarın açılıp iddiaların gerçeği yansıtıp yansıtmadığının belirlenmesini talep ediyoruz.
Olayın sonuna kadar takipçisi olacağımızı belirtiyor, Van özel yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilen dosyanın akibetini takip etmek üzere başta Barolar olmak üzere bütün ilgili kurum ve kişileri göreve davet ediyoruz.

MÜLTECİ HAKLARI KOORDİNASYONU

* http://sabah.com.tr/Gundem/2010/05/11/eski_uzman_gizli_tanik_oldu_40_multeciyi_oldurup_gomduk

Uluslararası Af Örgütü hakkında genel bilgiler

 

Uluslararası Af Örgütü hakkında genel bilgi

Uluslararası Af Örgütü veya Amnesty International (yaygın olarak Amnesty veya UAÖ), İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve diğer uluslararası standartlarca belirlenmiş her türlü insan hakkını savunma ve teşvik etmeyi amaç edinmiş uluslararası bir sivil toplum kuruluşudur.
UAÖ hiçbir devlet, siyasi ideoloji, veya dine bağlı değildir, kâr amacı gütmez. Özellikle düşünce suçlularının serbest bırakılması, siyasî suçlularının adil bir şekilde yargılanması, işkence, idam ve tutuklulara gösterilebilecek her türlü zulmün bertaraf edilmesi, siyasi cinayet ve adam kaçırma ve her türlü insan hakları ihlaline karşı durulması konusunda çeşitli kampanyalar düzenler.
1977 yılında Nobel Barış Ödülünü kazanan UAÖ, bugün yaklaşık 2 milyon üyesiyle 162 ülke ve bölgede faaliyet göstermektedir. Kuruluşundan bugüne kadar 44.600’den fazla tutukluyu savunmak ve desteklemek amacıyla çalışmıştır.

Uluslararası Af Örgütü, insan hakları için kampanyalar yürüten dünya çapında bir harekettir. Tüm hükümetlerden, siyasi ideolojilerden, ekonomik çıkarlardan ve dinlerden bağımsızdır. Çalışmaları titiz araştırmalara ve uluslararası topluluğun kabul ettiği standartlara bağlıdır.
Örgüt ihlal vakaları karşısında dünyanın her yerindeki gönüllü aktivistlerini harekete geçirir.

Tarihçesi

Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) 1961 yılında, Londra’da İngiliz avukat Peter Benenson ve Eric Baker adlı, Quaker dinine mensup bir barışsever tarafından kurulmuştur. Benenson’un bu kurumu kurma fikri, gazetelerde defalarca, hükümetlerin kendi halklarına karşı haksız davrarışlarını okuduğunda oluştu. Okuduğu makale , “Özgürlük” kelimesinin o zamanlar yasak oldugu Portekiz’de iki üniversite öğrencisinin bir lokantada “özgürlük” şerefine kadehlerini kaldırdıkları için yedi yıl hapse mahkum edilmeleri hakkındaydı. 28 Mayıs 1961 tarihinde Benenson, İngiliz gazetesi The Observer’da bu vaka hakkında “Unutulmuş Mahpuslar” (The Forgotten Prisoners) başlıklı makaleyi yayınladı. Bu makalede okuyucularını, bu gençlerin salıverilmesi için hükümete mektup yazmaya çağırıyordu. Benenson şöyle yazıyordu ” Gazetenizi haftanın herhangi bir günü açtığınızda, dünyanın bir yerinde, birisinin, görüşleri veya inançları hükümetince beğenilmediğinden, tutuklandığını, işkence gördüğünü ya da idam edildiğini okuyabilirsiniz “. Yazısı o kadar etkili oldu ki bunu izleyen yıl zarfında bir düzine ülkede haksızlık kurbanlarının haklarını savunmak için mektup yazma grupları oluştu. Bu eylem, “Appeal for amnesty” (Türkçe yaklaşık anlamı: ‘politik tutukluların bırakılma çağrısı’) olarak Amnesty International’ın başlangıcı kabul edilir.

Organizasyon yapısı

Uluslararası Af Örgütü’nün 150’den fazla ülkede 1,79 milyon üyesi vardır. 55 ülkede devamlı bir insan hakları garantisi sağlanması amacıyla şubesi vardır. Büyük şubelerde, bir sekreter ve çalışanlar bulunur. Şube, üyelerinin çalışmalarını koordine eder ve Londra’daki Merkez Sekreterlik (IS) ile gruplar arasında köprü görevi görür. Şubeler, organizasyonun iki yılda bir toplanan ve kuruluşun uluslararası platformdaki en üst mercii olan Uluslararası Konsey Toplantısı’na temsilciler gönderir. Konsey, uygulanacak politikaları ve çalışma sistemini belirler. Ayrıca organizasyonun devam eden işlerini yürütmekle görevli Uluslararası Yürütme Kurulu’nu (UYK) seçer. UYK, Londra merkezli Uluslararası Müdürlüğü oluşturur ve bir Genel Sekreter atar. Halen genel sekreterlik görevini Bangladeş’li Irene Khan yapmaktadır.

Çalışmaları

UAÖ, Dünya çapında insan haklarının mevcut durumunu araştırır ve spesifik insan hakları ihlallerine karşı eylemler yürütür. Bu eylemler özellikle, şiddette bulaşmamış politik tutukluların tutulu kalması, politik tutukluların adil olmayan bir yargı sürecine tâbi olması, işkence, ölüm cezasının uygulanması, yargısız infazlar, politik kişiliklerin kaybolması ve diğer insanlık dışı ve aşağılayıcı uygulamalara karşı olarak yürütülür.
Örgütün tipik eylem tarzı şöyle sayılabilir.

  • Vaka çalışması: Bu eylem örgütün kurulmasından beri uygulmaktadır. Politik bir tutuklunun -ideal olarak- serbest bırakılıncaya kadar Amnesty gruplarınca uzun süreli gözetilmesidir. Buradaki temel prensip, Amnesty gruplarının kendi ülkelerindeki bir vakada çalışmamalarıdır.
  • Acil eylem (urgent actions) : 1973 yılında uygulamaya konmuştur. Amaç, tehdit unsuru olan insan hakları ihlaline karşı acil reaksiyon göstermekdir. 48 saat içinde üyeler ve destekçiler harakete geçirilerek sorumlu devlet kurumlarına başvurulur.
  • Unutulmaya karşı mektuplar: Çeşitli ülkelerden ayda yaklaşık üç vaka sunulur. Söz konusu vakalar, kayıp kişiler, uzun süreli tutukluluk halleri, adil olmayan yargı hükümleridir.
  • Online kampanyalar AI, kampanyaları için İnternet’i protesto aracı olarak kullanır.

 

Alan:
Sivil Toplum Kuruluşu

Kısaltma:
Genel: AI
Türkiye: UAÖ

Kuruluş tarihi:
Genel: 1961
Türkiye: 2001

Merkez:
Genel: Londra
Türkiye: İstanbul

Web sitesi:
Genel: www.amnesty.org
Türkiye: www.amnesty.org.tr

Uluslararası Af Örgütü gönüllüleri

Uluslararası AF Örgütü gönüllüsü, din, dil, renk ve siyasi görüş farkına rağmen tüm insanların eşit olarak insan haklarına sahip olduğuna inanan kişidir.
Yüz kırkı aşkın ülkede bulunan gönüllülerin sayısı milyonlarla ifade edilir. Her yaş, her meslek ve her sosyal gruptan Uluslararası Af Örgütü gönüllüsü vardır. Hiçbir karşılık beklemeden insan hakları ihlalleri kurbanlarına destek vermek için zamanlarını ve enerjilerini harcarlar.

Uluslararası Af Örgütünün vizyonu, misyonu ve değerleri

Vizyonumuz

“Uluslararası Af Örgütü’nün vizyonu, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ve diğer uluslararası insan hakları standartlarında belirtilen bütün insan haklarının herkes tarafından kullanıldığı bir dünyadır.”

Misyonumuz

“Bu vizyonu yerine getirirken UAÖ’nün misyonu, tüm insan haklarının geliştirilmesine yönelik çalışması kapsamında
• fiziksel ve ussal bütünlük hakkı,
• ifade ve vicdan özgürlüğü ve
• ayrımcılığa uğramama hakkına
yönelik ağır ihlallerin önlenmesi ve sona erdirilmesine odaklanmış araştırma ve eylem yapmaktır.”

Ana değerlerimiz

“UAÖ uluslararası dayanışma, bireysel mağdurlar için etkin eylem, küresel kapsama, insan haklarının evrenselliği ve bölünmezliği, tarafsızlık ve bağımsızlık, demokrasi ve karşılıklı saygı ilkelerine bağlı küresel bir insan hakları savunucuları topluluğudur”
Çalışmaların yoğunlaştığı konular:
• Tüm düşünce mahkumlarının* serbest bırakılmasını sağlamak
*Uluslararası Af Örgütü’ne göre düşünce mahkumu kimdir?
Düşünce mahkumu; siyasal, dinsel veya diğer vicdanı inançları ya da etnik kökeni, cinsiyeti, rengi, dili, ulusal veya toplumsal kökeni, ekonomik statüsü, doğuştan veya başka statüsü nedeniyle hapsedilmiş, şiddet kullanmamış, şiddeti teşvik etmemiş ve savunmamış kişidir.
• Tüm siyasi tutukluların vakit geçirilmeksizin ve adil olarak yargılanmalarını sağlamak
• Tüm tutuklu ve mahkumlara yönelik ölüm cezası, işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ve cezaların ortadan kaldırılmasını sağlamak
• Siyasi cinayetlerin ve ‘kayıp’ların sona ermesini sağlamak.
Yukarıdaki ana çalışma alanlarının dışında ayrıca,
• Silahlı siyasi grupların, görüşleri nedeniyle insanları tutuklamak, rehin almak, işkence ve öldürme gibi eylemlerine karşıdır ve bu gruplara insan haklarına saygılı olmaları için çağrıda bulunur.
• Sığınma talebinde bulunmuş olan ve temel insan haklarının ihlal edileceği bir ülkeye iade edilme tehlikesi ile karşı karşıya olan kişilere yardımcı olur.
• Birleşmiş Milletler, Bölgesel hükümetler arası kuruluşlar ve diğer hükümet dışı örgütlerle birlikte insan haklarını geliştirmek için çalışır.
• İnsan haklarını korumak amacıyla, uluslararası askeri, güvenlik ve polis ilişkilerinin kontrol edilmelerini sağlamaya çalışır.
• Her ülkede insan hakları eğitimi ve bilinç kazandırma programları düzenler.

Kendi ülkende çalışma kuralı

Uluslararası Af Örgütü’nün tarafsızlığını korumak ve evrensel dayanışmayı güçlendirmek için tüm üye, gönüllü ve personelinin uyması gereken bir kuralı vardır: Kendi ülkende çalışma kuralı.
Bu kurala göre, aktivistler ya da personel Uluslararası Af Örgütü adına kendi ülkelerindeki ihlaller ile ilgili araştırma yapamaz, yapılan kampanyalar ve çalışmalara katılamaz. Ülkeleri hakkında çıkan raporlarla ilgili yorum yapamaz, ancak bu raporları ve bilgileri dağıtabilirler. Bir başka şube veya Merkez’den yapılacak açıklama ya da çalışmalardan sorumlu tutulamazlar.
UAÖ gönüllüleri, kendi ülkelerinde insan hakları eğitimi, hükümetlerinin uluslararası insan hakları sözleşmelerine katılması, ölüm cezalarının kaldırılması ya da yasaların uluslararası standartlara uygun hale getirilmesi için çalışma yürütebilirler.

Adım adım Uluslararası Af Örgütünün çalışma biçimi

Uluslararası Af Örgütü, ihlal mağdurları için eylemde bulunmanın gerekli olduğunu saptadığı anda, üyelerini harekete geçirir.
• Önce gerçekler araştırılır. Çünkü insan hakları ihlallerini gerçekleştirenler suçlarını gizlemeye çalışırlar. Örgüt gönderdiği uzmanları ihlal mağduru kişilerle görüştürür. Bu uzmanlar ayrıca mahkemelere gözlemci olarak katılırlar, yerel insan hakları savunucuları ve resmi yetkililerle de görüşürler.
• Uluslararası Af Örgütü gerçeğe ulaşabilmek için binlerce medya organını izler ve dünyanın her yerindeki güvenilir bilgi kaynakları ile temasa geçer.
• Gerçeklerin doğru ve tarafsız şekilde aktarılması Uluslararası Af Örgütü için çok önemlidir. Londra’daki Uluslararası Sekreterya Uluslararası Af Örgütü’nün araştırma merkezidir. Bu merkezde elliden fazla ülkeden, 300’ü aşkın kadrolu personel ve yüzün üzerinde gönüllü çalışır.
• Uluslararası Af Örgütü konu ile ilgili gerçekleri netleştirdikten sonra vaka ile ilgili eylemler başlar. Hükümetlerle görüşülür, medya bilgilendirilir, ayrıntılı raporlar yayınlanır.
• Gerçek, el ilanları, posterler, web sitesi, bültenler ve ilanlarla halka ulaştırılır.
• Dünyanın her yanındaki destekçiler ve Uluslararası Af Örgütü çalışanları, hükümetlere ve diğer nüfuzlu kişi ve kurumlara ihlallerin durdurulması doğrultusunda baskı uygulanması için kamuoyunu harekete geçirir.
• Tüm bunların yanında açık hava gösterilerinden mektup yazmaya, insan hakları eğitiminden fon sağlayan konserlere kadar çeşitli etkinlikler yapılır. Küresel ve yerel kampanyalarla, lobi faaliyetleri de bu etkinliklerin içindedir.
• Uluslararası Af Örgütü’nün doğrudan protestoyu sağlayan en önemli silahları mektup, faks ve elektronik postadır.
• İnsan hakları mağdurları için bu iletiler özgürlüğün anahtarlarıdır.
• Hayat kurtarmak için acil eylem gerektiğinde dünyanın dört bir yanındaki gönüllüler haberdar edilir ve bir kaç saat içinde vakanın bulunduğu ülkenin ilgili yetkililerine onbinlerce mektup, faks ve elektronik posta ulaşır.

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi

UAÖ Türkiye’nin kuruluşu, 1995 yılında İstanbul’daki UAÖ gönüllülerinin başlattığı inisiyatife dayanır. UAÖ Girişim Grubu olarak, İstanbul’daki gönüllü UAÖ üyeleri ilk çalışmalarını, 1996 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki insan hakları ihlallerine dikkatleri çekerek başlattılar. UAÖ İstanbul gönüllülerinin başlattığı çalışmaya, 1997 yılında önce Ankara ardından da İzmir’de ki UAÖ gönüllülerin başlattığı inisiyatifler eşlik etti. UAÖ’nün 1997 yılındaki temel kampanyası dünya çapında Mültecilerin İnsan Haklarıyla ilgiliydi.
2001 yılı içinde UAÖ Türkiye Gönüllüleri, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesinin resmen kurulması için Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı’na başvuruda bulundu. UAÖ Türkiye Şubesinin resmen kuruluşu Türkiye’deki bürokrasi ve mevzuat nedeniyle bir süre engellendi. Ancak, UAÖ Türkiye gönüllüleri uluslararası hareketin de desteğini alarak etkin bir hukuk mücadelesi ve lobi çalışması yürüttüler. UAÖ Türkiye gönüllülerinin, UAÖ Türkiye Şubesinin resmen kurulması için yürüttükleri kampanya sonucunda, UAÖ Türkiye Şubesi 2002 yılında resmen kuruldu.

Tehrani ve Diğerleri / Türkiye

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

TEHRANI ve DİĞERLERİ/Türkiye

Başvuru No. 32940/08, 41626/08, 43616/08

Strazburg

13 Nisan 2010

İKİNCİ DAİRE

USULİ İŞLEMLER

Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan davaların (no. 32940/08, 41626/08 ve 43616/08) nedeni İran vatandaşları Mohammad Javad Tehrani, Parviz Norouzi, Nader Kazempour Marand ve Parviz Ranjbar Shorehdel’in (“başvuranlar”), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Sözleşmesi’nin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca sırasıyla 14 Temmuz, 2 Eylül ve 15 Eylül 2008 tarihlerinde yapmış oldukları başvurulardır.

Adli yardım alan başvuranlar, New York’taki sivil toplum kuruluşu İranlı Göçmen İttifakı’nın yöneticisi D. Abadi tarafından temsil edilmiştir.

OLAYLAR

I. DAVA KOŞULLARI

A. Olayların Geçmişi

1. 32940/08 No’lu Başvuru

Başvuran 1969 doğumludur ve halen Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’nde tutulmaktadır.

Başvuran, İran’ı 30 Aralık 2002 tarihinde terk etmiş ve 11 Ocak 2003’te Irak’taki Al-Ashaf kampında bulunan Halkın Mücahitleri Örgütü’ne (“HMÖ”) katılmıştır. HMÖ’nün 3 Haziran 2004 tarihinde silahsızlanmasının ardından yine Irak’ta bulunan Geçici Uluslararası Mevcudiyet’te (“the TIPF”) yaşamaya başlamıştır. 5 Mayıs 2006’da Irak’ta bulunan BMMYK başvuranın mülteci olduğunu kabul etmiştir.

Başvuran, bir insan kaçakçısının yardımıyla Haziran sonunda Irak’ı terk etmiştir. Başvuru formunda 4 Temmuz 2008’de yakalandığını belirtmiş ancak Türk makamlarına müteakiben verdiği iki ifadede 7 Temmuz 2008’de Türkiye’de yakalandığını kaydetmiştir. Hükümet tarafından sunulan belgeler arasında 7 Temmuz 2008’de yakalanan kişilerin listesi bulunmaktadır ve başvuranın ismi de bunlar arasında yer almaktadır.

Başvuran, yakalanmasını müteakiben öncelikle polis karakoluna götürülmüştür. Hükümet’in sunduğu belgelerden, bu karakolda 5 Temmuz 2008 tarihinde başvuranın parmak izlerinin alındığı ve 7 Temmuz 2008’de yapılan sorgulaması sırasında ülkeye yasadışı giriş yaptığı için yakalandığının kendisine bildirildiği anlaşılmaktadır. 7 Temmuz 2008 tarihli ifade formunda başvuranın ve tercümanın imzaları bulunmaktadır.

7 Temmuz 2008’de başvuran, Edirne’deki Tunca Yabancılar Misafirhanesi’ne gönderilmiştir. Burada 22 Temmuz 2008 tarihinde Türkiye’ye girişi, siyasi geçmişi ve anavatanından kaçış nedenlerine ilişkin sorgulanmıştır.

7 Aralık 2008’de yetkili makamlar başvuranı öncelikle Tunca Yabancılar Misafirhanesi’nde daha geniş bir binaya; daha sonra da 1 Haziran 2009’da Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ne göndermişlerdir.

2. 41626/08 No’lu Başvuru

İran vatandaşı olan başvuran 1951 doğumludur ve halen Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’nde tutulmaktadır.

Başvuran, HMÖ’ye katıldığında eşi ve beş çocuğuyla İran’da yaşamaktaydı. 1990’da BMMYK tarafından mülteci olarak kabul edildiği Türkiye’ye kaçmıştır. O tarihte başvuranın eşi altıncı çocuğuna hamileydi. Başvuran ve ailesi 1992’de yeniden Finlandiya’ya yerleşmişlerdir. Ertesi yıl başvuran, Irak’ta bulunan HMÖ’ye katılmak üzere Finlandiya’yı terk etmiştir. 2004’te HMÖ’den kaçmış, önce TIPF’de daha sonra da 2008’e kadar Al-Ashaf kampında kalmıştır.

2008’in başlarında başvuran Finlandiya’daki ailesiyle yeniden iletişim kurmuş ve 4 Mart 2008’de Al-Ashaf kampını terk etmiştir. Bir insan kaçakçısının yardımıyla Mayıs ya da Haziran 2008’de yasadışı yollardan Türkiye’ye girmiş ve İstanbul’a gitmiştir. Finlandiya’ya girişi vizesi almak için Türkiye’deki Fin makamlarına başvurmuştur. Başvuran, sonucu beklerken Yunanistan’a kaçmaya karar vermiştir.

Başvuran AİHM önünde, 4 Ağustos 2008 gecesi Türk makamlarınca yakalandığını ve Aydın’a bağlı Didim’de bulunan bir jandarma karakoluna götürüldüğünü; burada sığınma ve Türkiye’de kalmak için geçici izin talebinde bulunduğunu belirtmiştir. Aynı gece Didim Jandarma Karakolu’nca kullanılan terk edilmiş bir depoya götürülmüş ve 15 Ağustos 2008’de Didim’deki tutukevine götürülmeden önce 10 gün süreyle burada tutulmuştur. Başvuran burada yirmi gün süreyle tutulmuştur.

Hükümet görüşlerinde başvuranın, yakalanmasını müteakiben Aydın Emniyet Müdürlüğü müştemilatı içerisinde yer alan yabancılar misafirhanesinde (“Didim Yabancılar Misafirhanesi”) tutulduğu belirtilmiştir. Hükümet tarafından sunulan belgeler arasında 4 Ağustos 2008’de yakalanan yirmi iki yabancının isimlerinin listelendiği bir yakalama tutanağı bulunmaktadır. Bu isimler arasında altmış altı yaşında bir İran vatandaşı olan Perviz Muhammed’in ismi de yer almaktadır. 14 Ağustos 2008 tarihli bir nakil belgesinde aralarında Perviz Muhammed’in de bulunduğu on yedi İran vatandaşının ismi yer almaktadır ancak, Perviz Muhammed’in 5 Ağustos 2008’de yakalandığı kaydedilmektedir. Bu belgeden ayrıca sözkonusu on yedi kişinin, jandarma karakolundan Didim Yabancılar Misafirhanesi’ne nakledildiği anlaşılmaktadır.

28 Ağustos 2008’de Fin yetkili makamları başvurana Finlandiya’ya girmesi için vize vermişlerdir. 4 Eylül 2008’de başvurana ayrıca Finlandiya’da çalışması ve ikamet etmesi için de izin verilmiştir.

5 Eylül 2008’de yetkili makamlar başvuranı o tarihten beri tutulduğu Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ne nakletmişlerdir.

5 Eylül 2008’de, Didim veya Kırklareli’de, bir polis memuru başvuranın sığınma prosedürüne ilişkin ifadesini almıştır. Başvuran, kendisi ve ailesinin on altı yıl önce BMMYK tarafından Finlandiya’ya yerleştirildiklerini belirtmiştir. Daha sonra başvuran görevli olarak Irak’a dönmüştür. Görevini tamamladıktan sonra Finlandiya’ya dönmeye çalışırken Türk makamlarınca yakalanmıştır.

12 Ocak 2010’da AİHM başvurandan, başvurusunu geri çekmeyi talep ettiği bir yazı almıştır. 22 Ocak 2010’da başvuranın avukatı AİHM’ye başvuranın başvurusunu devam ettirmek istediğini bildirmiştir. 11 Şubat 2010’da başvuranın avukatı AİHM’ye, başvuran tarafından 7 Şubat 2010’da İngilizce ve Türkçe olarak yazılan iki mektup yollamıştır. Başvuran bu yazılarda on yedi ay boyunca tutuklu bulunduğunu ve hayatının tehlikeye gireceği İran’a gönderilmek üzere sınır dışı edilmesini istediğini kaydetmiştir. Başvuranın avukatı ayrıca serbest çalışan bir psikolog olduğu anlaşılan C.S. tarafından hazırlanan psikolojik durum raporu sunmuştur. Raporda başvuranın depresyon, stres ve kaygı bozukluğu belirtileri gösterdiği ve acil psikolojik ve psikiyatrik desteğe ihtiyaç duyduğu belirtilmiştir. Ayrıca bu bağlamda başvuranın, İran’a gönderilmesini isteyerek intihara teşebbüs ettiği ve bunun, mevcut durumunun belirsizliğinden daha iyi olduğu kanısında olduğu kaydedilmiştir.

AİHM’nin başvuranın psikolojik durumuna tam teçhizatlı bir devlet hastanesinde tanı konulmasını talep eden geçici tedbirini müteakiben Hükümet 5 Mart 2010’da, 1 Mart 2010’da bir psikiyatrist tarafından hazırlanan sağlık raporunu sunmuştur. Tek paragraflık bu raporda başvuranın psikoz semptomlar göstermediği, durumunun iç yüzünü kavrayabildiği ve ayrıca tam bir psikiyatrik muayeneden geçmeyi reddetmesi nedeniyle tanı konulamadığı kaydedilmektedir.

3. 43616/08 No’lu Başvuru

Başvuranlar sırasıyla 1960 ve 1966 doğumludur. Halen geçici ikamet belgeleri ile Kırklareli’nde yaşamaktadırlar.

Birinci başvuran (K.M.) 1980’lerin başlarında, 1978 ve 1986 yılları arasında yaşamış olduğu İngiltere’de okurken HMÖ’ye katılmıştır. Daha sonra Irak’a gitmiş, HMÖ tarafından kabul edilmiş ve 19 Kasım 2006’a kadar Al-Ashraf kampında yaşamıştır. Al-Ashraf kampından ayrıldıktan sonra, BMMYK’nın 16 Ekim 2007’de mültecilik statüsünü tanıdığı TIPF’ye gitmiştir. Başvuran 23 Aralık 2007’de TIPF’yi terk etmiş ve ikinci başvuranla karşılaştığı Erbil’e gitmiştir.

İkinci başvuran (P.R.S.) 1990’da Irak’taki HMÖ’ye katılmıştır. Nisan 2004’te örgütten kaçmış ve BMMYK’nın kendisini 5 Mayıs 2006’da mülteci olarak tanıdığı TIPF’ye gitmiştir.

2008’de başvuranlar Irak’tan kaçmaya ve İngiltere’ye gitmeye karar vermişler; insan kaçakçılarına 7,000 Amerikan Doları ödemişlerdir. 11 Eylül 2008’de Türkiye’den sınırı geçerek yakalanıp geri gönderildikleri Yunanistan’a gitmişlerdir. Aynı gün Türk topraklarına geri döndüklerinde, Türk sınır yetkilileri başvuranı diğer kişilerle birlikte yakalamış ve altmış yedi yabancının isimlerini içeren bir liste hazırlamışlardır. Bu belgede ayrıca, tercüman bulunmaması nedeniyle listede adı geçenlerin Pasaport Kanunu ihlaline ilişkin olarak sorgulanamadıkları belirtilmektedir. Ertesi gün yetkili makamlar başvuranları Tunca Yabancılar Misafirhanesi’ne götürmüşlerdir.

17 Eylül 2008’de Pasaport Yabancılar Şube Müdürlüğü yetkilileri, başvuranları sorguya çekmiştir. Soruşturma sırasında hazırlanan ifade formlarından, Türkçe konuştuklarını ifade eden başvuranların tercüman istemedikleri ve geçmişleri ve Yunanistan’a yaptıkları yolculuk hakkında kısaca bilgi verdikleri anlaşılmaktadır. İfade formlarından ayrıca başvuranların, Türkiye’ye yasadışı yollardan girmeleri nedeniyle aleyhlerinde yapılan yargılamayı müteakiben sözkonusu müdürlüğe nakledildikleri anlaşılmaktadır.

14 Ekim 2008’de başvuranlar, Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ne nakledilmişlerdir.

14 Mayıs 2009’da başvuranlar, İçişleri Bakanlığı’ndan kendilerini serbest bırakmasını talep etmişlerdir.

Ankara İdare Mahkemesi sırasıyla 7 ve 27 Ekim 2009 tarihlerinde başvuranların serbest bırakılmasını öngörmüştür. Yetkili makamlar 25 Kasım 2009’da başvuranları serbest bırakmış ve kendilerine beş ay süreyle geçerli geçici ikamet izni vermiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün itirazı üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi 11 Kasım 2009 tarihli kararıyla Ankara İdare Mahkemesi’nin birinci başvuran hususunda verdiği kararı bozmuştur. Mahkeme kararını, başvuranın önceki HMÖ üyeliği nedeniyle kamu düzeni ve genel güvenlik gerekçelerine dayandırmıştır. Kararın hazırlanması aşamasında başvuran henüz Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ne geri alınmamıştır.

B. Tunca Yabancılar Misafirhanesi koşulları (32940/08 ve 43616/08 no’lu başvurular hususunda)

1. Başvuraların açıklamaları

Başvuranlar 32940/08 ve 43616/08 no’lu başvurularında, esas olarak, aşırı kalabalık odalardan, yetersiz hijyenden, kalitesiz yemeklerden, içme suyu ve tıbbi yardım yetersizliğinden, yıkanma için yeterli sıcak suyun mevcut olmayışından, kamuya açık yeterli telefon bulunmamasından, yeterince temiz hava alamamaktan ve egzersiz yapamamaktan şikayetçi olmuşlardır.

Bu bağlamda başvuran, 32940/08 no’lu başvurusunda yabancılar misafirhanesinin büyüklüğüne ve kapasitesine ilişkin değişen değerler sunmuştur. Dolayısıyla ilk başvuru formunda, her biri 20-25 metre karelik, yirmi yatak kapasiteli ve 160 tutukluyu barındıran üç odalı bir binada tutulduğunu (“birinci bina”) iddia etmiştir. Bu nedenle, bir ranzaya yerleşene kadar üç gece boyunca yerde uyumak durumunda kalmıştır. Daha büyük bir binaya (“ikinci bina”) nakledilmesi ardından bu yeni yerin, 30 ila 280 arasında insanı barındırma kapasitesi olan yaklaşık 250 metre karelik bir yer olduğunu belirtmiştir. Başvuran AİHM’ye sunduğu son ifadesinde, birinci binadaki erkekler bölümünün, 169 metre karesi uyuma kısmı olmak üzere 233 metre kare olduğunu ve bu bölümde, 120 ila 150 kişi barındırmak üzere 55 yatak bulunduğunu belirtmiştir. Başvuran ayrıca ikinci binanın 288 metre karesi uyuma kısmı olmak üzere 408 metre kare ve havalandırma ve yeterli ışık koşullarına sahip olmaksızın 250 ila 300 kişi barındırma kapasitesine sahip olduğunu kaydetmiştir. İkinci binaya nakledilmesini takip eden iki ay boyunca hiç yatak bulunmadığını ve orada kalanların, yerde yeterli sayıda olmayan kirli battaniyeler ve minderler üzerinde uyumak durumunda kaldıklarını belirtmiştir. Sonradan misafirhaneye 90 ranza getirilmiştir. Binada ayrıca ısıtma sistemi de mevcut değildi. Sifonu bulunmayan üç tuvalet, yetersiz sıcak su bulunmakta; çalışan duş ise bulunmamaktaydı. Tunca Yabancılar Misafirhanesi’ndeki on bir aylık kalma sürecinde başvurana sekiz kez açık havaya çıkma izni verilmiştir.

Başvuran 32940/08 no’lu başvurusunda, ilk olarak bulundurulduğu birinci binaya ait on dört fotoğraf sunmuştur. Fotoğraflar cep telefonu ile çekilmiştir. Fotoğrafların aynı odaya mı farklı odalara mı ait oldukları belli değildir. Odanın duvarlarına paralel olarak yan yana dizilmiş, üzerlerinde çarşaflar, örtüler ya da yastıklar bulunmayan; bazılarında battaniyeler bulunan ranzalar mevcuttur. Tüm fotoğraflarda odanın ortasında, birbirlerine dokunacak kadar yakın olarak yerde yatan ya da yere serilmiş battaniyelerin üzerinde oturan ve sayıları anlaşılmayan adamlar görülmektedir. Bazı adamlar, yatmakta olan adamları çevresinde yürümektedirler. Fotoğraflardan birinde, duvardaki kamuya açık telefona doğru uzanmak için yerde yatanların üzerine yaslanan adamlar görülmektedir. Bir başka fotoğrafta bir grup adam dirsek dirseğe oturarak yemeklerini yemekte; diğerleri de odanın öteki ucunda yemek sırası beklemektedir.

Başvuran 32940/08 no’lu başvuruda, kendisi ayrıldıktan sonra bir başka kişinin telefonuna kaydedilen ikinci binaya ait video görüntülerini ve bu görüntülerden elde edilen fotoğrafları sunmuştur. Bu görüntülerden, sözkonusu kişilerin duvarlara paralel olarak yan yana dizilen ranzaların bulunduğu hangar benzeri bir salonda tutuldukları ve çok sayıda kirli minderin üzerlerinde çarşaf, yastık ya da battaniye bulunmaksızın odanın ortasına yayıldığı anlaşılmaktadır. Fotoğraflarda ve video görüntülerinde yeterince ışık mevcut değildir. Günışığı odaya eğimli yüksek çatının ve demir parmaklıklar ardındaki salon girişinin yakınında bulunan pencerelerden girmektedir. Kapının önüne arkadaki görüntüyü kapayan bir bez asılmış olduğu için tuvaletlerin ve duşların tam sayısı belli olmamaktadır. Ancak, tespit edilebildiği kadarıyla, iki lekeli tuvalet, kırık bir duş ve duvarın yakınında ayak yıkamak için konmuş olması muhtemel iki sıra musluk mevcuttur. Bina genel olarak eski ve pis görünmektedir. Görsel kaynaklarda çekmece, masa, sandalye ya da herhangi bir kişisel eşya görülmemektedir.

Başvuranlar, 43616/08 no’lu başvuruda, 32940/08 no’lu başvuruya ilişkin olarak yukarıda tasvir edilen on dört fotoğrafı sunmuştur. Başvuru formlarında, bulundukları tesisin yaklaşık 120 kişi ve 44 yatak kapasiteli, toplamda 130 metre kare gelen üç oda ve bir banyodan oluştuğunu kaydetmişlerdir. Daha sonraki ifadelerinde, tesisin 120 ila 150 kişi ve toplam 55 yatak kapasitesi ile yine toplamda 233 metre kare geldiğini belirtmişlerdir. Başvuranlar, sonuç olarak, birçok kişinin yatak bulunmaması nedeniyle yerde uyumak durumunda kaldıklarını ileri sürmüşlerdir. Odaların yeteri kadar ışığa ve havalandırmaya sahip olmadığını iddia etmişlerdir. Ayrıca, açık havada zaman geçirmelerine izin verilmemiştir ve odalarda sigara içilmesi nedeniyle buna katlanmak zor olmuştur.

Başvuranlar, Hükümet’in aşağıda özetlenen cevaplarına itiraz etmişlerdir.

2. Hükümet’in görüşü

Hükümet yasadışı göçmenlerin tutulması için toplam kapasitesi 300 kişi olan iki bina bulunduğunu ileri sürmüştür. Hükümet bu bağlamda, başvuranların sunduğu fotoğrafların yeni gelenlerin, ön görüşme, görüşme ve sağlık taraması aşamaları için toplandıkları iki saatlik süre içinde çekildiğini belirtmiştir. Bu süreyi müteakiben odalarına geri yerleştirilmişlerdir.

Misafirhanede dağıtılan yemekler, üç kaptı ve bir yemek şirketi tarafından yapılmaktaydı. Yıkanmak için sürekli sıcak su ve içme suyu için su arıtıcı bulunmaktaydı. Misafirhanede klinik mevcut olmamakla birlikte revir bulunmaktaydı. Hastalananlar, yerel hastanelere götürülmekteydiler. Hijyen sağlanması için koğuşlar düzenli olarak dezenfekte edilmekteydi.

Hükümet, iddialarını desteklemek için büyük bir cam ilaç dolabının, halen plastik kılıflarında bulunan yeni minderleri ve bir köşeye yığılmış yastıklarıyla, yan yana dizilmiş ranzaların, kapısı ya da perdesi olmayan bir duşun, kamuya açık bir telefonun, tepsi üzerinde sunulan üç kap yemeğin, su artıcısının, tesis içi bir dükkanın, çocuklar için oyun alanının ve küçük bir futbol sahasının görüldüğü on fotoğraf sunmuştur.

C. Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi koşulları (üç başvuran açısından)

1. Başvuranların görüşü

32940/08 no’lu başvuruda başvuran, 43616/08 no’lu başvurudaki başvuranın ifadelerine atıfta bulunmuş ve daha az tutuklu bulunması ve açık havada zaman geçirilmesi nedeniyle Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi koşullarının daha iyi olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, dağıtılan yemeğin besin ve kalori değeri açısından yetersiz olması, suyun içilebilir olmaması, düzenli olarak sıcak su verilmemesi, iş ve eğitim faaliyetleri sağlanmaması ve asgari tıbbi destek sağlanması nedeniyle tesiste kalmanın katlanılmaz olduğunu ileri sürmüştür.

Başvuranlar AİHM’ye sundukları görüşlerinde, 43616/08 no’lu başvuruda Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ndeki fiziksel koşulların Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (“AİÖK”) tarafından konulan minimum standartların altında olduğunu ileri sürmüştür. Bu hususta, 14.2 metre kare olduğunu iddia ettikleri bir odanın çizimini sunmuşlardır. Çeşitli fotoğraflar sunan başvuranlar, özellikle hijyenin ve tutuklulara servis edilen yemeğin kalitesiz ve içme suyunun aşırı derecede kireçli olduğundan şikayetçi olmuştur. Bu nedenle, fiyatları çok yüksek tesis içi dükkandan yiyecek almak zorunda kalmışlardır. Başvuranlar ayrıca duş almak için yeterli sıcak su bulunmadığından şikayetçi olmuşlardır. Buna ek olarak, Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’nin yeterli dinlenme ve egzersiz alanına sahip olmadığından ve yeterli sağlık hizmetleri sunmadığından şikayetçi olmuşlardır. Yalnızca öğlen ve 17.00 arası açık havada egzersiz yapabilmişlerdir.

Başvuranların sundukları fotoğraflarda çorba, karışık sebze, bulgur, fasulye, nohut, mercimek, ekmek ve reçel seçeneklerinden oluşan üç kaplık yemek görülmektedir. Bir bardak suyun dibinde, beyaz kirecimsi bir madde görülmektedir. Büyük kazanlardaki yemekler, salondaki masaların üzerinde görülmektedir. Bakımsız ve kullanılmayan bir mutfağın fotoğrafları görülmektedir. Bazı fotoğraflarda, personel tarafından ve tutuklular tarafından dağıtılan yemekler görülmektedir. Fotoğraflardan birinde yemek dağıtan personel görevlisinin plastik eldiven taktığı görülmektedir. Yemek sırası bulunmamaktadır. Başvuranlar ayrıca kapalı kabinlerdeki iki duşun fotoğraflarını sunmuşlardır. Duşlardan birinin kırık olduğu görülmektedir. Birinde koyu lekeler bulunan, diğeri temiz görünen iki alaturka tuvaletin fotoğrafları da mevcuttur. Başvuranlar ayrıca misafirhaneyi çevreleyen dikenli telin, pencerelerin dışındaki metal çubukların, yukarı yerleştirilmiş su deposunun, yerlere yayılmış çok sayıda karton, kağıt ve plastik poşet arasındaki çöp kutularının, kırık plastik bir sandalyenin ve üzeri çim kaplı voleybol sahasının fotoğraflarını sunmuştur. Devlet yetkililerinin ve misafirhane sakinlerinin etrafında toplandığı yuvarlak masanın, dini törenin, müteakip et dağıtımının ve selamlaşmaların fotoğrafları da mevcuttur.

Başvuranlar, Hükümet’in aşağıda kaydedilen cevaplarına itiraz etmiştir.

2. Hükümet’in görüşü

Hükümet, odaların dört kişi kapasiteli ve 35 metre karelik standart büyüklükte olduklarını kaydetmiştir. Başvuranların sunduğu fotoğraflarda görülen mutfağın kullanılmadığını ve yemeğin, bir yemek şirketi aracılığıyla dışarıdan getirildiğini ileri sürmüştür. Hükümet, musluk suyuna ilişkin olarak personelin aynı su şebekesini kullandığını ve bu şebekenin kullanılmasından kaynaklanan herhangi bir sağlık sorunu olmadığını kaydetmiştir. Hükümet ayrıca misafirhanede düzenlenen çeşitli sosyal olayların fotoğraflarını sunmuştur. Diğer fotoğraflarda tesiste bulunan sağlık merkezi, voleybol oynayan, bahçede dolaşan ve karda oynayan kişiler, açık havada bisiklet süren üç yaşlarında bir kız, yemek dağıtımı, tuvaletler ve musluklar, ibadethane, futbol sahası, televizyon odası ve masa tenisi görülmektedir. Odalardan birinde tuvalet ve duş bulunmaktadır. Diğer fotoğraflarda ayrı bir duş ve tuvalet alanı ve ortak kullanıma açık bir çamaşır makinesi görülmektedir. Diğer fotoğraflarda tuval üzerinde resim yapan bir kişi ya da bir odada çay içen iki kişi gibi günlük yaşam görüntüleri mevcuttur. Odalar, büyük pencerelerden gelen doğal ışığı almaktadır. İster ranza ister yatak olsun, tüm yatakların üzerinde yastık, battaniye ve örtü bulunmaktadır. Fotoğraflarda odalarda perdeler, tavan ışıkları, büyük şahsi çekmeceler ve merkezi dilimli radyatörler olduğu görülmektedir. Yerlerde halılar ya da duvarlarda posterler gibi tutuklulara ait şahsi eşyalarla dekore edilmişlerdir. Bazı odalarda plastik masalar ve sandalyeler bulunmaktadır. Fotoğraflardan birinde bir bilgisayar, vantilatör ve küçük bir Noel ağacı görülmektedir. Hükümet ayrıca misafirhaneyi çevreleyen dikenli telin, boş çöp kutularının, çöplerin belediye personelince temizlenmesinin ve misafirhane sakinlerine hediyeler dağıtan bir görevlinin fotoğraflarını sunmuştur.

D. Didim’deki koşullar (41626/08 no’lu başvuru hususunda)

1. Başvuranın görüşü

Başvuran 41626/08 no’lu başvurusunda ilk olarak Didim Jandarma Karakolu’nca kullanılan aşırı kalabalık bir ambarda kötü koşullar altında on gün süreyle tutuklu bulundurulduğundan şikayetçi olmuştur. Hijyensiz koşullarda; yeterli gün ışığı ve havalandırma olmaksızın, yeterli sağlık hizmeti almaksızın, yatak, güvenli içme suyu, yeterli yemek, sağlık yardımı, yeterli sıcak su, herhangi bir kapalı ya da açık alan aktivitesi ya da dışarıdaki dünyayla herhangi bir bağlantı olmaksızın tutuklu bulundurulduğunu iddia etmiştir.

Başvuran, Didim Yabancılar Misafirhanesi’ndeki koşullara ilişkin olarak, altı kişiyle bir koğuşu paylaştığını ve kendine özel zaman ayıramadığını iddia etmiştir. Yeterli temiz hava alamamış, yeterli yiyecek yiyememiş, yeterli su içememiş, yatakta yatamamış, temiz kıyafet bulamamış, yeterli hijyenik koşullar ve sıcak su bulamamış ve sağlık hizmeti alamamıştır. Kaldığı süre boyunca toplam 60 yatak ve 60 misafirhane sakini gözlemlemiştir. Temiz hava almasına ve dış dünyayla iletişim kurmasına izin verilmemiştir.

Başvuran ayrıca Hükümet’in aşağıda özetlenen cevaplarına itiraz etmiştir.

2. Hükümet’in görüşü

Hükümet başvuranın, yakalanmasını müteakiben Didim Yabancılar Misafirhanesi’ne götürüldüğünü ileri sürmüş ve başvuranın Didim Jandarma Karakolu’nca kullanılan ambarda tutuklu bulundurulmasına ilişkin iddialarına cevap vermemiştir. Hükümet Didim Yabancılar Misafirhanesi hususunda ranzaların bulunduğu on koğuşun mevcut olduğunu ileri sürmüştür. Mümkün olan hallerde aileler, ayrı koğuşlarda tutulmuştur. Tüm odaların dışarı açılan pencereleri mevcuttur. Tesiste bir mutfak, bir ibadethane, bir yemek salonu, bir televizyon odası, tuvalet, banyo ve yirmi dört saat sıcak su mevcuttur. Hükümet; musluk suyunun içilebildiğini ve misafirhanedeki yemeklerin bir yemek şirketi tarafından yapıldığını kaydetmiştir. Misafirhane sakinleri aylık sağlık kontrollerinden geçmiş ve kendilerine Devlet tarafından ilaç sağlanmıştır. Aynı şekilde, Aydın Emniyet Müdürlüğü tarafından deterjan, sabun ve çamaşır suyu gibi temizlik maddeleri de sağlanmıştır. Hükümet bu bağlamda bir yemek şirketine, fırına, markete ve süt ürünleri şirketine yapılan ödemeleri gösteren makbuzlar sunmuştur. Hükümet ayrıca Temmuz ve Aralık 2008 tarihleri arasında yabancılar misafirhanesinde servis edilen menüyü sunmuştur. Menüde haftanın her günü iki ya da üç çeşit yemek çıktığı görülmüştür. Yemekler, çorba ve sebzeler; makarna veya köfte ve kuru fasulye ve yoğurt şeklinde değişmiştir. Hükümet aynı zamanda toplam otuz sekiz reçete için bir eczaneye yapılan ödemeyi gösteren 7 ve 8 Ağustos 2008 tarihli iki makbuz sunmuştur.

Hükümet Didim Yabancılar Misafirhanesi’ne ilişkin on üç fotoğraf sunmuştur. İki ailenin kaldığı anlaşılan iki ayrı odanın fotoğrafları mevcuttur. Odalarda perdeleri ve demir çubukları olan geniş pencereler, merkezi dilimli radyatörler ve beyaz yatakların ve battaniyelerin bulunduğu ranzalar görülmektedir. Elektrik ocaklı bir mutfağın, alaturka bir tuvaletin, elektrikli bir su ısıtıcısının, küçük bir lavabonun ve misafirhanenin ana girişinin fotoğrafları da mevcuttur.

HUKUK

I. AİHM’NİN DEĞERLENDİRMESİ

AİHM 41626/08 no’lu başvuruda başvuranın ilk olarak, AİHM’ye başvurusunu geri çekmek isteğini bildirdiğini ve daha sonra yaşamının tehlikeye gireceği İran’a geri gönderilmesini talep ettiğini kaydetmektedir. Ayrıca avukatı tarafından sunulan ve başvuranın tedaviye ihtiyacı olduğunu belirten psikoloji raporu ile Hükümet tarafından sunulan ve başvuranın psikolojik bir hastalığı olmadığını ancak kendileriyle işbirliği yapmaması nedeniyle başka bir teşhis konulamadığını belirten psikiyatri raporu arasındaki çelişki AİHM’nin dikkatini çekmektedir.

Ancak AİHS’nin 37. maddesini hatırlatan AİHM, aşağıda kaydedilen nedenlerden ötürü davayı inceleme hususunda yetki sahibi olduğu kanaatindedir.

AİHS’nin 34. maddesi bağlamında, “ihlal mağduru” olunması, diğer bir deyişle, AİHS kapsamındaki bir hakkın ihlalinden etkilenilmesi, AİHS’nin koruma mekanizmasının devreye sokulmasını kaçınılmaz kılar. Ancak, bu kriter tüm yargılama süresince katı, mekanik ve esnek olmayan bir şekilde uygulanamaz. Kural olarak ve öncelikle başvuranın yaşamı ya da fiziksel sağlığı için risk içeren durumlarda, başvuranın daha sonra başvurusunu devam ettirmek istemesi tek kriter olarak kabul edilemez. AİHS’nin 2. ya da 3. maddelerinin ihlallerinin telafi edilmesinin daha fazla mümkün olmayabileceği, başvurunun incelenmesine devam edilip edilmemesine karar verilirken göz önüne alınmalıdır.

AİHM, başvuranın iddialarından birinin İran’a iade edilmesi halinde ölme ya da kötü muamele görme riskine ilişkin olduğunu kaydetmektedir. Bu şikayetin daha fazla incelenmesine halel getirmeksizin, başvuranın başvurusunu geri çekme isteğini kabul etmek ve davayı kayıttan düşürmek, kişinin yaşama hakkı ve fiziksel sağlığı gibi önemli hususlarda AİHM tarafından sağlanan korumayı artıracaktır. AİHM, mevcut başvuruda başvuranın ruhsal durumuna ilişkin mevcut şüpheyi ve taraflarca sunulan raporlar arasındaki farklılığı dikkate değer görmektedir.

Bu koşullar altında AİHM, AİHM ve ek protokollerinde tanımlandığı şekliyle insan haklarına riayet edilmesinin, 41626/08 no’lu başvurunun incelenmesine devam edilmesini gerektirdiği kanaatindedir (AİHS’nin 37/1 maddesi). Bu nedenle AİHM, başvuranın geri çekme isteğini reddetmekte ve başvurunun incelenmesine devam edilmesine karar vermektedir.

II. BAŞVURULARIN BİRLEŞTİRİLMESİ

Olaylar ve hukuk açısından benzerliklerini göz önüne alan AİHM, başvuruları birleştirmesini uygun görmektedir.

III. SINIR DIŞI İŞLEMLERİ HUSUSUNDA AİHS’NİN 2., 3. VE 13. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuranlar AİHS’nin 2. ve 3. maddelerine dayanarak İran ya da Irak’a sınır dışı edilmelerinin, kendilerini ölüm ya da kötü muamele riskiyle yüz yüze getireceğinden şikayetçi olmuşlardır. Ayrıca, AİHS’nin 13. maddesine dayanarak AİHS’nin 2. ve 3. maddeleri bağlamındaki iddialarını ortaya koyabilecekleri etkin bir iç hukuk yolunun mevcut olmadığını iddia etmişlerdir.

AİHM, başvuranların 2. ve 3. madde kapsamındaki şikayetlerinin yalnızca 3. madde açısından incelenmesinin daha uygun olduğu kanısındadır (bkz. Abdolkhani ve Karimnia, 62. paragraf, ve N.A./İngiltere, no. 25904/07, 95. paragraf, 17 Temmuz 2008).

A. Kabuledilebilirlik

Hükümet, başvuranların AİHS’nin 35/1 maddesi bağlamında mevcut iç hukuk yollarını tüketmediklerini iddia etmiştir. Sınır dışı edilecek yabancıların, idari mahkemelere başvurabildiklerini ve sınır dışı işlemlerinin iptalini isteyebildiklerini iddia etmiştir.

AİHM, Türk hukuku uyarınca, bir sınır dışı emrinin bozulmasını talep etmenin, otomatik olarak erteleyici bir etkisi bulunmadığını ve bu nedenle, başvuranların AİHS’nin 35/1 maddesinde öngörüldüğü şekliyle iç hukuk yollarını tüketmek için idari mahkemelere başvurmalarının gerekli olmadığını yinelemektedir (bkz. Abdolkhani ve Karimnia, 59. paragraf). Dolayısıyla AİHM, Hükümet’in itirazlarını reddetmektedir.

AİHM, başvurunun bu kısmının AİHS’nin 35/3 maddesi bağlamında dayanaktan yoksun olmadığını kaydetmiştir. Ayrıca, kabuledilemez olduğu sonuca varmak için gerekçe bulunmamaktadır. Bu nedenle, kabuledilebilir olduğu sonucuna varılmalıdır.

B. Esas

Türkiye’nin Mültecilerin Hukuku Statüsüne İlişkin Sözleşme’ye ve buna ek 1967 Protokolü’ne getirdiği coğrafi sınırlamayı hatırlatan Hükümet, başvuranların Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından terörist örgüt olarak adlandırılan HMÖ’ye üye olduklarını ileri sürmüştür. Bu nedenle, başvuranlar da dahil olmak üzere bu örgüte üye olan kişilerin Türkiye’de kalmalarına izin verilmesi ulusal güvenlik, kamu güvenliği ve düzeni için risk teşkil edecektir.

AİHM, hem AİHS’nin 3. maddesine ilişkin genel ilkeleri hem de Abdolkhani ve Karimnia davasında belirtilen İran ve Irak’a ilişkin ülke bilgilerini yinelemektedir. AİHM, mevcut başvuruların, AİHM’nin başvuranların İran veya Irak’a gönderilmelerinin AİHS’nin 3. maddesini ihlal edeceğini tespit ettiği yukarıda belirtilen davadakine benzer meseleleri ele aldığına işaret etmektedir. AİHM ayrıca yukarıda belirtilen davada, ulusal makamların başvuranların sığınma taleplerini incelememesi ve sınırdışı kararının iptal edilmesi talebinin anında askıya alma etkisi bulunmaması nedeniyle, AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

AİHM, kendisine sunulan tüm verileri göz önünde bulundurarak, Hükümet’in, bu davalarda farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayabilecek hiçbir delil veya görüş sunmadığı kanısına varmıştır. AİHM, AİHS’nin 3. maddesiyle ilişkili olarak, özellikle, başvuranların BMMYK’nın mülteci olarak tanıdığı HMÖ’nün eski üyesi olduklarını ve İran ve Irak’taki durumun AİHM’nin Abdolkhani ve Karimnia kararından bu yana değişmediğini kaydetmektedir. AİHS’nin 13. maddesine ilişkin olarak, AİHM, tarafların savlarından, ulusal makamların başvuranların zulüm görme korkularını araştırıp araştırmadıklarının, araştırdılarsa ne derece araştırdıklarının anlaşılmadığını kaydetmektedir. Her durumda, AİHM, Türkiye’deki sınırdışı davalarının yargı denetimlerinin, sınırdışı kararının iptal edilmesi başvurularının anında askıya alma etkisi bulunmaması nedeniyle mevcut uygulamalara göre etkili iç hukuk yolu olarak değerlendirilemeyeceğini yinelemektedir (bkz. Abdolkhani ve Karimnia ve Jabari – Türkiye, 40035/98).

AİHM, eldeki bu bilgilerle içtihadını göz önünde bulundurarak, başvuranların İran veya Irak’a gönderilmeleri durumunda AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edileceğine karar vermiştir. AİHM ayrıca, Türkiye’nin sığınmacı prosedüründe anında askıya alma etkisi bulunmaması nedeniyle AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine karar vermektedir.

IV. AİHS’NİN 5/1 MADDESİ İLE 4. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuranlar, AİHS’nin 5/1 ve 4. maddelerine dayanarak, tutukluluklarının kanuna uygun olmadığı yönünde itiraz etme olanakları bulunmadan kanuna aykırı biçimde tutulu bulundurulduklarından şikayetçi olmuştur.

A. Kabuledilebilirlik

AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası çerçevesinde bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka bir gerekçe altında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir.

B. Esas

1. 5/1 madde

AİHM, Abdolkhani ve Karimnia davasında aynı mağduriyetleri incelediğini yinelemektedir. Bu davada başvuranların Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ne yerleştirilmeleri sonucu hürriyetlerinden mahrum edildikleri kanısındadır. AİHM, sınırdışı etme maksadıyla tutukluluk kararına ve tutukluluğun uzatılmasına ve tutukluluk için süre sınırı koyulmasına ilişkin usulü belirleyen açık yasal hükümler bulunmazken, başvuranların hürriyetlerinden mahrum bırakılmalarının AİHS’nin 5/1 maddesinde belirtilen amaçlar doğrultusunda “yasal” olmadığı sonucuna varmıştır.

AİHM, mevcut üç davada, başvuranların Didim, Tunca ve Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ne, Abdolkhani ve Karimnia davasındaki başvuranların yerleştirilmeleriyle aynı sebeplerle yerleştirildiklerini kaydetmektedir. 32940/08 ve 41626/08 no’lu başvurulardaki başvuranlar Kırklareli misafirhanesinde kalmaya devam etmektedirler. Bu nedenle AİHM, başvuranları bu tür yerlerde tutmanın onları hürriyetlerinden mahrum etmek olduğuna karar vermektedir.

AİHM ayrıca mevcut üç başvuruda, ulusal makamların başvuranları ilk olarak nerede ve ne zaman gözaltına aldıklarına ilişkin yakalama tutanağı bulunmadığını gözlemlemektedir. 32940/08 no’lu başvuruda, başvuranın tam yakalanma tarihine ilişkin bilgiler tutarlı değildir. 41626/08 no’lu başvuruda, altmış altı yaşındaki “Perviz Muhammed” olarak kaydedilen şahsın gerçekten mevcut başvurudaki şahıs olup olmadığı açık değildir. Ek olarak, bu şahsın yakalanmasına ilişkin iki ayrı tarih kaydedilmiş ve başvuranın 14 Ağustos 2008 tarihinde Didim Yabancılar Misafirhanesi’ne nakledilmeden önce on gün boyunca nerede tutulduğuna ilişkin bilgiler de çelişkilidir. 43616/08 no’lu başvuru sahibi başvuranlara ilişkin olarak, memurların düzenlediği listeye göre, aralarında başvuranların da bulunduğu altmış yedi kişi 11 Eylül 2008 tarihinde yakalanmışlar ancak çevirmen bulunmadığı için sorgulanamamışlardır. Öte yandan, başvuranların ne zaman, nerede ve nasıl yakalandıklarına ve 17 Eylül 2008 tarihine dek nerede tutulduklarına ilişkin bilgi bulunmamaktadır. 17 Eylül 2008 tarihinde düzenlenen ifade tutanaklarına göre başvuranlar Türkiye’ye yasadışı yollardan girdikleri gerekçesiyle yargılanmışlardır ancak yargılamanın sonucuna ilişkin dava dosyasında bilgi bulunmamaktadır.

AİHM, kendisine iletilen tüm bilgi ve belgeler ışığında, mevcut davada, Hükümet’in, Abdolkhani ve Karimnia davasında vardığı karardan farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak delil veya görüş sunmadığı kanısındadır. Özellikle, hem başvuranların yakalanması ve tutulmasına ilişkin yukarıda belirtilen eksiklikler hem de hürriyetlerinden mahrum bırakılmalarına ilişkin açık yasal hükümler bulunmayışı göz önünde bulundurulduğunda, AİHM, AİHS’nin 5/1 maddesinin ihlal edildiği kanısına varmaktadır.

2. 5/4 madde

Hükümet, Türkiye’ye yasadışı yollardan giriş yapan ve Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’nde tutulan A.A. isimli İranlı şahsın, tutulmasına ve sınırdışı edilmesi ihtimaline karşı idare mahkemelerinde itirazda bulunduğunu belirtmiştir. Bunun sonucunda kendisine geçici oturma izni verilmiştir. Bu nedenle, Hükümet’e göre, idari yargı, AİHS’nin 5/4 maddesinin amaçları doğrultusunda etkili bir çözüm yolu teşkil etmektedir.

Başvuranlar, idare mahkemelerinin A.A.’nın açmış olduğu davayla ilgili karar vermelerinin yaklaşık iki ay sürdüğünü kaydetmiştir. İki aylık bu gecikme 5/4 maddede öngörülen “kısa süre içinde karar verilmesi” koşulunu karşılamamaktadır. Bu şahsın serbest bırakılması da gecikmiştir; şahıs, idare mahkemesinin serbest bırakılması kararının ardından bir ay tutulu kalmıştır.

AİHM, AİHS’nin 5/4 maddesinin amacının, yakalanan ve tutuklanan kişilerin, maruz kaldıkları tedbirin yasaya uygunluğu hakkında mahkemeye başvurma hakkını güvence altına almak  olduğunu yinelemektedir (bkz. mutatis mutandis, De Wilde, Oom ve Versyp – Belçika). Bir kişinin tutukluluğu esnasında, tutukluluğunun yasaya uygunluğu konusunda ivedi olarak yargısal denetime başvurabilmesini sağlayacak bir hukuk yolu bulunmalıdır. Sözkonusu yargısal denetim, yeri geldiğinde serbest bırakma ile sonuçlanabilmelidir. AİHS’nin 5/4 maddesinin gerektirdiği hukuk yolunun varlığı sadece teoride değil uygulamada da yeterince kesin olmalıdır. Aksi halde, söz konusu hükmün amaçları açısından gerekli olan erişilebilirlik ve etkili olma özelliğinden yoksun olacaktır (bkz, mutatis mutandis, Stoichkov – Bulgaristan, 9808/02; Vachev – Bulgaristan, 42987/98).

AİHM, A.A.’nın serbest bırakılmak için ilk olarak 14 Temmuz 2008 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na başvurduğunu gözlemler. Peşinden 6 Ağustos 2008 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi’nde dava açmıştır. İdare Mahkemesi A.A.’nın tutukluk kararının uygulanmasını askıya almış, 17 Eylül 2008 tarihinde serbest bırakılmasına karar vermiştir. A.A. 17 Ekim 2008 tarihinde yabancılar misafirhanesinden salıverilmiştir. Böylece idare mahkemesinin incelemesi kırk iki gün sürmüş, A.A., tutukluluğunun yasallığına idare mahkemesinde itiraz etmesinden yetmiş iki gün sonra serbest bırakılmıştır.

AİHM, eldeki bu bilgilerle ve ivedilik koşuluyla ilgili içtihadına atıfta bulunarak (bkz. Ramishvili ve Kokhreidze – Gürcistan, 1704/06 ve Kadem – Malta, 55263/00, AİHM bu başvurularda tutukluluğun uzun olması ile ilgili yapılan itirazların incelenmesi için otuz sekiz ve on yedi günlük sürelerin çok uzun olduğu kanısına varmıştır), A.A. davasındaki yargısal denetimin, A.A.’nın talebinin ivedilikle yanıtlandığı biçiminde değerlendirilemeyeceği kanısına varmıştır. Ayrıca idari makamlar, mahkemenin serbest bırakılması yönündeki kararına karşılık, A.A.’yı otuz gün daha tutmuşlardır.

AİHM ayrıca, Hükümet’in, idare mahkemelerinin, yasalara aykırı olduğu gerekçesiyle bir sığınmacıya ilişkin davayı ivedilikle inceleyip, serbest bırakılmasına karar verdiği başka örnekler sunmadığını gözlemlemektedir. Bu bağlamda AİHM, 43616/08 no’lu başvuru sahibi başvuranların, taleplerinden yaklaşık beş ay sonra serbest bırakıldıklarını kaydetmektedir. Bu nedenle AİHM, Türk hukuk sisteminin, başvuranların AİHS’nin 5/4 maddesi çerçevesinde tutuklu bulunmalarının yasaya uygunluğu konusunda ivedi olarak yargısal denetimden sonuç alabilecekleri bir hukuk yolu sunmadığı kanısına varmaktadır.

Yukarıda belirtilenler ışığında, AİHM, mevcut davalarda AİHS’nin 5/4 maddesinin ihlal edildiğine karar vermektedir.

V. BAŞVURANLARIN TUTUKLULUK KOŞULLARI ÇERÇEVESİNDE AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuranlar AİHS’nin 3. maddesine dayanarak, Didim, Tunca ve Kırklareli’deki tutukluluk koşullarından şikayetçi olmuşlardır. Hükümet bu iddialara itiraz etmiştir.

A. Kabuledilebilirlik

AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası çerçevesinde bu şikayetlerin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka bir gerekçe altında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayetler kabuledilebilir niteliktedir.

B. Genel ilkeler

AİHM, daha önceki davalarda, tutuklu bir kimsenin, sırf tutuklandığı için, AİHS’nin teminatını verdiği haklarını kaybetmeyeceğini vurgulamıştır. Aksine, gözaltındaki kişiler savunmasız olup, makamlar ise bu kişileri korumakla görevlidir. AİHS’nin 3. maddesi kapsamında, Devlet, kişileri, insanlık onuruyla bağdaşan koşullarda tutuklu tutmalı, alınan tedbirlerin infaz edilme usul ve yöntemlerinin, kişiyi tutukluluğun doğasında var olan kaçınılmaz ıstırap düzeyini aşacak şiddette bir sıkıntı veya zorluğa maruz bırakmamasını temin etmeli, hapsetmenin uygulamaya ilişkin gereklilikleri göz önünde bulundurulduğunda, tutuklunun sağlığının yanı sıra esenliğini de yeterli bir şekilde sağlamalıdır (bkz. Valašinas – Litvanya, 44558/98 ve Kudla – Polonya, [BD], 30210/96).

AİHM, tutukluluk koşullarıyla ilgili ve başvuranların 3 metrekarelik kişisel alanları bulunan önceki davalarda, insan sayısının, AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğinin tespit edilmesini haklı çıkaracak ölçüde aşırı olduğu kanısına varmıştır (diğerlerinin yanı sıra bkz. Lind – Rusya, 25664/05, Kantyrev – Rusya, 37213/02; Labzov – Rusya, 62208/00). Buna göre, hapishane hücrelerinin alanlarının aşırı küçük olması, tutukluluk koşullarının, 3. madde bakımından “onur kırıcı” olup olmadığının belirlenmesinde göz önünde bulundurulacak önemli bir özelliktir (bkz. Orchowski – Polonya, 17885/04).

AİHM, başvuranların hürriyetlerinden mahrum edildiklerine ilişkin yukarıdaki tespitlerini anımsamaktadır. Devlet gözetimi altında ve iradeleri dışında yabancılar misafirhanelerinde tutuldukları göz önünde bulundurulduğunda, bu misafirhanelerdeki fiziksel koşullar, AİHS’nin 3. maddesinde öngörülen koşullarla uyumlu olmalıdır. Bu bağlamda, aşırı dar alan, AİHS’nin 3. maddesiyle bağdaşıp bağdaşmadığı hususunda ana ölçütlerden biri olmaya devam etmektedir.

1. Didim Yabancılar Misafirhanesi (41626/08 no’lu başvuruya ilişkin olarak)

AİHM, Hükümet’in 41623/08 no’lu başvuru için sağladığı belgelerin, başvuranın 4 ya da 5 Ağustos 2008 tarihinde yakalandığını, peşinden Jandarma Komutanlığı’ndan 14 Ağustos 2008 tarihinde Didim Yabancılar Misafirhanesi’ne nakledildiğini gösterdiğini kaydetmektedir.

Hükümet, başvuranın, yakalandıktan sonra Didim Yabancılar Misafirhanesi’ne nakledildiğini ileri sürmüş ancak 14 Ağustos 2008 tarihinden önce nerede tutulduğuna ilişkin bilgi vermemiştir. AİHM, başvuranın da tutulduğu yerin koşullarına ilişkin olarak yeterli bilgi vermediğini gözlemler. Başvuranın ifadeleri genel nitelikte olup, iddiaların doğrulanması için hiçbir delille desteklenmemiştir.

Didim Yabancılar Misafirhanesi’nin fiziksel koşullarıyla ilgili olarak AİHM, yabancılar misafirhanesinin genel yaşam koşullarıyla ilgili genel mahiyetteki benzer iddialara ek olarak, başvuranın, altı kişiyle beraber yedi yataklı bir yatakhanede tutulduğunu, bunun da kendisini mahremiyetinden tamamen yoksun bıraktığını iddia ettiğini gözlemlemektedir.

Ayrıntılı bilgiler ve Hükümet’in sunduğu fotoğraflar ışığında, AİHM, başvuranın Didim Yabancılar Misafirhanesi’nin koşullarıyla ilgili iddialarını belgeleyemediğini kaydeder. Ayrıca maruz kalmış olabileceği sıkıntıların, AİHS’nin 3. maddesine ters düşecek, insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye eşdeğer olabilecek yeterlilikte olmadığı anlaşılmıştır.

Bu nedenlerle, AİHM, başvuranın Didim Yabancılar Misafirhanesi’ne nakledilmesinden önce ve burada karşılaştığı fiziksel koşullara ilişkin şikayetlerinin, AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. fıkralarıyla uyumlu olarak açıkça dayanaktan yoksun oldukları gerekçesiyle reddedilmesi gerektiği kanısına varmaktadır.

2. Tunca Yabancılar Misafirhanesi (32940/08 ve 43616/08 no’lu başvurulara ilişkin)

Tarafların savlarına dayanarak, AİHM, Tunca Yabancılar Misafirhanesi’nin iki binadan ve hücreler yerine bölmelerden oluştuğunu gözlemlemektedir. Tarafların fiziksel koşullara, özellikle de bölmelere yerleştirilen kişi sayısına ve bölmelerin büyüklüğüne ilişkin savları çelişmektedir.

AİHM, Hükümet’in, Tunca Yabancılar Misafirhanesi’ndeki bir odanın içine ait yalnızca bir fotoğraf sunduğunu, fotoğrafta birbirlerine yakın yerleştirilmiş ranzalarla, üzerlerinde çarşaf veya battaniye bulunmayan, plastik ambalajlarından bile çıkarılmamış, kullanılmamış döşekler göründüğünü gözlemlemektedir. Öte yandan başvuranların sunduğu fotoğraflar, sayılamayacak kadar çok kişinin, birbirlerine dokunacak mesafede yerde yattıklarını veya battaniyeler üzerinde oturduklarını göstermektedir. Benzer biçimde, yemek saatinde çekilmiş fotoğraflar, birbirleriyle dirsek dirseğe oturmuş insanların aynı bölmede yerde oturarak yemek yerken, diğerlerinin yemek için sırada beklediklerini göstermektedir. Yabancılar misafirhanesine ait fotoğraflardaki genel görüntü, aşırı kalabalığı ve genel düzen ve hijyen bulunmadığını göstermektedir.

AİHM, Hükümet’in, başvuranların sunduğu fotoğrafların, yeni gelenler odalarına yerleştirilmeden önce ön görüşme, görüşme ve sağlık taraması için toplandıkları sırada, iki saat içinde çekildiğini ifade ettiğini kaydetmektedir. Bunun doğru olduğunun varsayılması halinde bile, AİHM, fotoğraflarda yansıtılan koşulların, özellikle de aşırı kalabalığın olduğu ve düzen ve hijyenin olmadığı ortamın, 2 saat kadar kısa bir süre için bile olsa insanların yaşamasına elverişli olmadığını ve AİHS’nin 3. maddesinin vahamet sınırları içinde olduğunu ifade eden İnsan Hakları İzleme Örgütü Raporu’yla aynı fikirdedir.

Yukarıda ifade edilen etkenler, başvuranların Tunca Yabancılar Misafirhanesi’nin büyüklüğü ve kapasitesiyle ilgili değişken ifadelerine bakılmaksızın, AİHM’nin, şikayetin diğer yanlarını araştırmadan, Tunca Yabancılar Misafirhanesi’nin fiziksel koşullarının AİHS’nin 3. maddesini ihlal teşkil ettiği sonucuna varması için yeterlidir.

3. Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi (üç başvurunun tamamına ilişkin olarak)

AİHM, Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’nin fiziksel koşullarıyla ilgili benzer şikayetleri Z.N.S. – Türkiye kararında incelediğini ve buradaki tutukluluk koşulları nedeniyle AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğini kaydetmektedir.

AİHM, kendisine sunulan tüm bilgi ve belgeler ışığında, başvuranların, mevcut davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak yeni bir argüman sunmadıkları kanısına varmaktadır. AİHM özellikle, Hükümet’in, Z.N.S. – Türkiye davasında sunulan fotoğraflara ek olarak, bu davada Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ndeki günlük yaşam ve hayat koşullarına ilişkin başka fotoğraflar sunduğunu kaydetmektedir. Bu yeni fotoğraflar Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ndeki fiziksel koşulların, AİHS’nin öngördüğü asgari vahamet seviyesini aşmamıştır.

Yukarıdakiler ışığında, AİHM, mevcut davada Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’nde AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir.

VI. TUTUKLULUK KOŞULLARINA İLİŞKİN OLARAK AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ ŞİKAYETİYLE BAĞLANTILI OLARAK 13. MADDENİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuranlar, doldurdukları ilk başvuru formlarında AİHS’nin 3. maddesine dayanarak, üç yabancılar misafirhanesindeki koşullardan şikayetçi olmuştur. Başvurunun bildirilmesi aşamasının ardından Hükümet’in görüşlerine verdikleri yanıtlarda, AİHS’nin 3. maddesiyle bağlantılı olarak 1. maddesine atıfta bulunmuşlar, tutuldukları yabancılar misafirhanesindeki olumsuz koşullara ilişkin şikayetleriyle ilgili etkili başvuru yolu bulunmadığını ileri sürmüşlerdir. Hükümet başlangıç aşamasında kendisine bildirilmeyen bu şikayetlere yanıt vermemiştir.

Yukarıda belirtilenler ve başvuranların Tunca Yabancılar Misafirhanesi’nin fiziksel koşullarına ilişkin şikayetleriyle ilgili AİHS’nin 3. maddesi kapsamındaki ihlal tespiti ışığında, AİHM, 13. madde kapsamında bu şikayetlerin kabuledilebilirliğine ve esasına ilişkin ayrı bir inceleme yapılmasının gerekmediği kanısındadır.

VII. AİHS’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİA EDİLEN DİĞER MADDELERİ

Başvuranların tümü AİHS’nin 5/2 maddesi kapsamında tutukluk sebepleriyle ilgili olarak ivedilikle bilgilendirilmediklerinden şikayetçi olmuşlardır. 41626/08 no’lu başvuru sahibi başvuran, AİHS’nin 8. maddesi kapsamında, makamların Türkiye’den çıkış yapıp Finlandiya’daki ailesine katılmasına izin vermemesi ile İran veya Irak’a gönderilmesi olasılığının özel hayatına ve aile hayatına haksız müdahale teşkil ettiğinden şikayetçi olmuştur.

Davanın olayları, tarafların savları ve AİHS’nin yukarıda tespit edilen 3, 13 ve 5/1 maddelerinin ihlalleriyle ilgili olarak, AİHM, mevcut başvurularda öne sürülen temel hukuki soruları incelemiştir. Bu nedenle, başvuranların AİHS kapsamında geri kalan şikayetleriyle ilgili ayrı bir karar vermenin gerekli olmadığı sonucuna varmıştır (bkz. örneğin, Kamil Uzun – Türkiye, 37410/97; Çelik – Türkiye (no. 1), 39324/02; Juhnke – Türkiye, 52515/99; Getiren – Türkiye, 10301/03; Mehmet Eren – Türkiye, 32347/02).

VIII. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

A. Tazminat ve mahkeme masrafları

Başvuranlar maddi tazminata ilişkin bir talepte bulunmamıştır. Manevi tazminat olarak, sınır dışı edilme olasılıklarıyla ilgili olarak haklarının ihlal edilmesinin sonucunda maruz kaldıkları zarar için 20.000’er Euro talep etmişlerdir. Bu meblağa ek olarak, kanuna aykırı olarak tutuldukları her gün için 100 Euro, Tunca Yabancılar Misafirhanesi’nin ikinci binasında ve Didim’deki “depoda” kaldıkları her gün için 150 Euro, Tunca Yabancılar Misafirhanesi’nin birinci binasında geçirdikleri her gün için 100 Euro ve Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ndeki her gün için 25 Euro talep etmişlerdir.

Başvuranlar Hükümet’ten, Türkiye’yi terk etmeleri için kanuna göre ön koşul olarak öne sürülen ikamet ücreti ile gecikme zamlarından vazgeçmesini talep etmiştir. Son olarak AİHMönündeki yargılama masrafları için 32940/08 no’lu başvuru sahibi başvuran 6920 Euro, 41626/08 no’lu başvuru sahibi başvuran 5775 Euro, 43616/08 no’lu başvuru sahibi başvuranlar ise 6925 Euro talep etmişlerdir. Bu bağlamda avukatlarının harcadığı mesaiyi gösteren bir mesai çizelgesi ile yargılama masraflarını gösteren bir tablo sunmuşlardır.

Hükümet bu taleplere, aşırı oldukları ve yalnızca gerçekten meydana gelen masraflar ödenebileceği için itiraz etmiştir.

AİHM, başvuranların yalnızca ihlalin tespit edilmesiyle telafi edilemeyecek bir manevi zarara uğradıkları kanısındadır. İhlallerin vahameti, tutukluluk süresi ve yeri ile adil bedel unsurunu göz önünde bulundurarak, bu başlık altında 32940/08 no’lu başvuru sahibi başvurana 26.000 Euro, 41626/08 no’lu başvuru sahibi başvurana 20.000 Euro, 43616/08 no’lu başvuru sahibi başvuranların her birine ise 21.000 Euro ödenmesine karar vermiştir. Başvuranların ikamet ücreti ile zammından vazgeçilmesine ilişkin olarak ise AİHM, bu meselenin AİHS’nin 41. maddesi kapsamına girmediğini kaydeder ve bu nedenle bu talebi reddetmektedir.

AİHM’nin içtihadına göre, yargılama giderleri, ancak gerçekliği ve gerekliliği kanıtlandığı ve makul bir meblağ olduğu takdirde başvurana geri ödenmektedir. Bu davada, AİHM, sahip olduğu belgeler ve yukarıda belirtilen ölçütler ışığında, mahkeme masrafları için başvuranların her birine 3500’er Euro ödenmesinin makul olduğu sonucuna varmıştır. Avrupa Konseyi’nin adli yardım çizelgesine göre adli yardım olarak verilen 850 Euro, bu meblağdan düşülmelidir.

AİHM, davanın özel koşulları ile AİHS’nin 5/1 maddesinin ihlal edildiğinin tespit edilmesi ve bu ihlalin bir an önce sona ermesi kapsamında, Savunmacı Devlet’in, halen Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’nde tutulan (32940/08 ile 41626/08 no’lu başvuru sahibi) iki başvuranın olabildiğince erken serbest bırakılmasını sağlaması, daha önce serbest bırakılan (43616/08 no’lu başvuru sahibi) diğer iki başvuranın ise yeniden alıkonulmalarının önüne geçmesi gerektiği kanısındadır (bkz. Assanidze – Gürcistan [BD], 71503/01).

B. Gecikme Faizi

AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın eklenmesinin uygun olduğuna karar vermiştir.

AİHM YUKARIDAKİ GEREKÇELERE DAYANARAK,

  1. Oybirliğiyle, 41626/08 no’lu başvuru sahibi başvuranın geri çekme talebinin reddedilmesine ve başvurunun incelenmesine devam edilmesine;
  2. Oybirliğiyle, başvuruları birleştirmeye;
  3. AİHS’nin 3. maddesi kapsamında, 41626/08 no’lu başvuru sahibi başvuranın Didim’de tutulduğu fiziksel koşullara ilişkin şikayetin kabuledilemez, üç başvurudaki şikayetlerin geri kalan tamamının oybirliğiyle kabuledilebilir olduğuna;
  4. Oybirliğiyle, başvuranların Irak veya İran’a sınırdışı edilmelerinin AİHS’nin 3. maddesini ihlal edeceğine;
  5. Oybirliğiyle, başvuranların AİHS’nin 3. maddesi kapsamındaki sınırdışı edilme olasılığı şikayetleriyle bağlantılı olarak 13. maddesinin ihlal edildiğine;
  6. Oybirliğiyle, Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’ndeki fiziksel koşullar nedeniyle AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edilmediğine;
  7. 1’e karşı 6 oyla (32940/08 ve 43616/08 no’lu başvurularla ilgili) Tunca Yabancılar Misafirhanesi’ndeki fiziksel koşullar nedeniyle AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine;
  8. Oybirliğiyle, AİHS’nin 5. maddesinin 1. ve 4. fıkralarının ihlal edildiğine;
  9. Oybirliğiyle, hem AİHS’nin 5/2 ve 8. maddeleri kapsamında hem de tutukluluk koşullarıyla ilgili olarak AİHS’nin 3. maddesi kapsamında yapılan şikayetlerle bağlantılı olarak AİHS’nin 13. maddesi kapsamında yapılan şikayetlerin ayrı incelenmesine gerek olmadığına;
  10. Oybirliğiyle,
  1. Savunmacı Devlet’in, halen Kırklareli Yabancılar Misafirhanesi’nde tutulan (32940/08 ile 41626/08 no’lu başvuru sahibi) iki başvuranın serbest bırakılmasını sağlamasına, daha önce serbest bırakılan (43616/08 no’lu başvuru sahibi) diğer iki başvuranın ise yeniden alıkonulmamalarına;
  2. Savunmacı Devlet’in AİHS’nin 44. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme gününde geçerli olan kur üzerinden Türk Lirası’na çevirerek izleyen meblağları ödemesine:

(i) uygulanabilecek her türlü vergiyle beraber, 32940/08 no’lu başvuru sahibi başvurana 26.000 Euro (yirmi altı bin Euro), 41626/08 no’lu başvuru sahibi başvurana 20.000 Euro (yirmi bin Euro), 43616/08 no’lu başvuru sahibi başvuranların her birine ise 21.000 Euro (yirmi bir bin Euro) manevi tazminat;

(ii) uygulanabilecek her türlü vergiyle beraber, yargılama masrafı olarak 32940/08 ve 41626/08 no’lu başvuru sahibi başvuranların her birine, adli yardım olarak verilen 850 Euro (sekiz yüz elli Euro) düşülmek suretiyle 3500 Euro (üç bin beş yüz Euro) ve 43616/08 no’lu başvuru sahibi başvuranlara ortaklaşa aynı miktar;

(c) Yukarıda anılan üç aylık sürenin aşılmasından ödeme gününe kadar geçen süre için Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın gecikme faizi olarak uygulanmasına;

  1. Başvuranların adil tazmin taleplerinin kalan kısmının reddine,

KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar İngilizce hazırlanmış, AİHM İç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. fıkraları uyarınca 13 Nisan 2010 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

Françoise Elens-Passos Françoise Tulkens

Zabıt Katibi Yardımcısı Başkan

__________

Başvurucu Tehrani ve diğerleri
Davalı Ülke Türkiye
Başvuru No 32940/08, 41626/08, 43616/08
Karar Tarihi 13 Temmuz 2010
Kaynak http://www.inhak-bb.adalet.gov.tr/aihm/karar/tehranividigerleri02.05.2011.doc

Dbouba / Türkiye

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

DBOUBA/Türkiye Davası
Başvuru No: 15916/09
Strazburg
13 Temmuz 2010

İKİNCİ DAİRE

USUL

Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 15916/09 no’lu davanın nedeni, Tunus vatandaşı Saafi Ben Fraj Dbouba’nın (“başvuran”) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, 24 Mart 2009 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Sözleşme’nin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

Başvuran, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) önünde, Paris’teki bir sivil toplum örgütünün (Collectif de la Communauté Tunisienne en Europe) başkanı olan M. Sfar tarafından temsil edilmiştir.

OLAYLAR

DAVANIN KOŞULLARI

Başvuran, 1967 doğumludur ve halen Kırklareli’nde bulunan Gaziosmanpaşa Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi’nde tutulmaktadır.

  1. Başvuranın Türkiye’ye gelişi ve başvuran aleyhindeki cezai yargılama

Başvuran, 1986 yılında Tunus’taki yasadışı bir örgüt olan İslami Eğilim Hareketi’nin sempatizanı olmuştur. Başvuran, birkaç kez polis tarafından yakalanmış ve sorgulanmıştır. Tunus güvenlik güçleri tarafından işkenceye maruz bırakılması üzerine, başvuran, 1990 yılında Tunus’tan ayrılarak Libya ve Mısır üzerinden Suriye’ye ulaşmıştır. Başvuran, 1992 yılında İtalya’ya gitmiş, 1994 yılında ise Suriye’ye geri dönmüştür.

Başvuran, 1996 yılında pasaportunu yeniletmek üzere Şam’daki Tunus Konsolosluğu’na gittiğinde oradaki Tunuslu yetkililerce alıkonmuş ve sorgulanmıştır. Daha sonra, Suriye’den ayrılmış ve Türkiye’ye gelmiştir.

Başvuran, 1996-2007 yılları arasında ikamet izni olmaksızın Şanlıurfa’da kalmıştır.

Başvuran, 19 Haziran 2007 tarihinde, El-Kaide’ye karşı düzenlenen bir operasyon sırasında, Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’ne bağlı polis memurları tarafından yakalanmıştır. Başvuran, 20 Haziran 2007 tarihinde, Bursa Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilmiştir. 22 Haziran 2007 tarihinde, Bursa Sulh Hukuk Mahkemesi başvuranın tutuklu yargılanmasına karar vermiştir.

9 Ağustos 2007 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Savcısı, El-Kaide üyesi oldukları iddiasıyla başvuran ile diğer yirmi iki kişi hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne iddianame vermiştir. Cumhuriyet Savcısı, başvuranla ilgili olarak, Bursa civarından sorumlu bir diğer şüpheli tarafından korunduğunu ve El-Kaide üyelerine Arapça dersi verdiğini kaydetmiştir.

İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 24 Ocak 2008 tarihinde, davanın esasına ilişkin ilk duruşmasını yapmıştır. Başvuran, duruşma sırasında, sığınma talebinin 1996 yılı sonunda reddedildiğini ve on yılı aşkın süredir Türkiye’de yaşadığını ifade etmiştir. Başvuran, ayrıca, El-Kaide eylemleriyle ilgisi olmadığını ve kötü muamele ve ölüm cezası riski bulunması nedeniyle ülkesine dönemediğini iddia etmiştir. Duruşma sonunda, mahkeme, başvuranın serbest bırakılmasına hükmetmiştir. Ancak, mahkeme, başvuranın ülkeden ayrılmasını yasaklamıştır.

Dava dosyasındaki bilgiye göre, başvuran aleyhindeki cezai yargılama ilk derece mahkemesi önünde halen derdesttir.

  1. Sınırdışı işlemleri

Belirtilmeyen bir tarihte, başvuran yeniden Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (BMMYK) başvurmuş ve mültecilik statüsü talebinde bulunmuştur.

Başvuran, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasının ardından, yabancı kabul ve barındırma merkezine yerleştirilmesinin öncesinde, 25 Ocak 2008 tarihinde, Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi’ne bağlı ili polis memuru tarafından sorgulanmıştır. Başvuranın ifadesinin yer aldığı belgeye göre, başvuranın sınırdışı işlemlerinin başlatıldığı kendisine bildirilmiştir. Daha sonra, BMMYK’ye yaptığı başvuruyla ilgili ifade vermesi istenmiştir. Başvuran, avukatının kendisi adına BMMYK ile iletişime geçtiğini ve 18 Ocak 2008 tarihinde BMMYK’nin kendisiyle görüştüğünü ileri sürmüştür. Başvuran, ayrıca, ülkesinde ölüm cezası ve kötü muamele tehlikesiyle karşı karşıya olduğu için Tunus’a geri gönderilmek istemediğini belirtmiştir.

5 Mart 2008 tarihinde, Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Hudut İltica Dairesi Başkanı, Kocaeli Valiliği’nden başvuranın Türkiye’den gönderilmesini talep etmiştir. Ancak, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin başvuranın Türkiye’den çıkışını yasaklayan kararı uyarınca başvuranın sınırdışı edilmesi mümkün değildi.

17 Ekim 2008 tarihinde, Kocaeli Emniyet Müdür Yardımcısı, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nden başvuranın ülkeden çıkışını yasaklayan kararının iptalini talep etmiştir. Kocaeli Emniyet Müdür Yardımcısı, başvuranın yabancı kabul merkezinde kalanları provoke ettiğini ve verilen yemekleri almayarak protesto başlattığını ifade etmiştir. Emniyet Müdür Yardımcısı, ayrıca, 5683 No.lu Kanun’un 19. maddesi uyarınca başvuranın sınırdışı edilmesi gerektiğini kaydetmiştir.

Başvuran, 3 Aralık 2008 tarihinde, BMMYK tarafından mülteci olarak tanınmıştır.

23 Aralık 2008 tarihinde, başvuran, İçişleri Bakanlığı’na resmi olarak başvurarak geçici sığınma talebinde bulunmuştur. Talebiyle ilgili olarak 9-12 Kasım 2009 tarihleri arasında İçişleri Bakanlığı yetkilileri başvuranla görüşme yapmış, ancak söz konusu görüşmenin sonucu hakkında başvuran bilgilendirilmemiştir.

22 Ocak 2009 tarihinde, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 24 Ocak 2008 tarihli kararını bozmuştur.

Hükümet’in ifadesine göre, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22 Ocak 2009 tarihli kararının ardından başvuranın sınırdışı işlemleri yeniden başlatılmıştır. Ancak, AİHM İçtüzüğü’nün 39. maddesinin uygulanması sonucu sınırdışı işlemleri ertelenmiştir. Hükümet, başvuranın sığınma talebinde bulunmadan Türkiye’de yaşadığını ileri sürmüştür. Başvuran, ancak Türkiye’den gönderilmesine karar verildikten sonra sığınma talebinde bulunmuştur. Başvuranın El-Kaide üyesi olduğu şüphesi ve dolayısıyla Türkiye’de bulunmasının ulusal güvenliği ve kamu düzenini tehdit etmesi nedeniyle geçici sığınma talebi reddedilmiştir.

Ennahda’nın kurucularından ve aynı zamanda başkanı olan Rashid Ghannouchi, 14 Eylül 2009 tarihli mektubunda, Tunus Ennahda Partisi’nin üyesi olan başvuranın ülkesine geri dönmesi halinde, söz konusu örgütle olan ilişkisi nedeniyle hapis cezası ve işkence riskiyle karşı karşıya kalacağını kaydetmiştir.

  1. Başvuranın Kocaeli Emniyet Müdürlüğü’ne ve Kırklareli Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi’ne yerleştirilmesi

Başvuran, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin 24 Ocak 2008 tarihli kararının ardından Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’ne yerleştirilmiştir.

11 Mart 2008 tarihinde, başvuran, halen kalmakta olduğu Kırklareli Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi’ne gönderilmiştir.

Başvuran, Kocaeli ve Kırklareli’nde bulunan yabancı kabul merkezlerinin koşullarıyla ilgili olarak, İzmit’te içinde 0.75 x 0.90 m büyüklüğünde iki bank bulunan 9 m2’lik bir hücrede tutulduğunu belirtmiştir. Başvuran, tuvalete gitmek istediğinde gardiyanları çağırmak zorunda olduğunu ifade etmiştir. Günde bir kez yemek verildiğini, hücreden ayrılmasına izin verilmediğini ve İzmit’te tutulduğu sırada ailesiyle veya avukatıyla görüştürülmediğini ifade etmiştir. Bu nedenle, başvuran açlık grevine başlamış, böylelikle üç kez avukatını görmesine izin verilmiştir.

Kırklareli Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi ile ilgili olarak, başvuran, diğer üç kişiyle birlikte 16 m2’lik bir odada kaldığını ileri sürmüştür. Başvuran, günde üç kez yemek verildiğini, ancak yemeğin kalitesinin çok düşük olduğunu belirtmiştir. İçme suyunun bulunmadığını, bu nedenle şişe suyu almak zorunda kaldığını ileri sürmüştür. Başvuran, ayrıca, merkezde kalan kişilere hijyen veya temizlik ürünlerinin tedarik edilmediğini ve gardiyanların agresif tavırlar sergilediklerini kaydetmiştir.

Hükümet, başvuranın Kocaeli Emniyet Müdürlüğü ve Kırklareli Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi’nde tatmin edici koşullarda tutulduğunu ileri sürmüştür.

HUKUK

  1. AİHS’NİN 3. VE 13. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran, AİHS’nin 3. maddesi uyarınca, Ennahda ile olan bağlantısı nedeniyle Tunus’a iadesi sonucunda ciddi bir işkence ve kötü muamele riskiyle karşı karşıya kalacağı konusunda şikayetçi olmuştur. Başvuran, ayrıca, AİHS’nin herhangi bir maddesini öne sürmeden, Kasım 2009’a kadar sığınma talebiyle ilgili olarak herhangi bir yetkili makamın kendisiyle görüşmediğini ve görüşme sonucuyla ilgili olarak kendisine bilgi verilmediğini ileri sürmüştür. Başvuran, ayrıca, hakkında verilen sınırdışı emrinden haberdar olmadığı için sınırdışı kararına itiraz edemediğini ifade etmiştir.

AİHM, başvuranın ikinci şikayetinin AİHS’nin 13. maddesi bağlamında incelenmesi gerektiği kanaatindedir.

  1. Kabuledilebilirlik

Hükümet, AİHS’nin 35/1 maddesi uyarınca başvuranın mevcut iç hukuk yollarını tüketmediğini ileri sürmüştür. Hükümet, bu bağlamda, Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca başvuranın idare mahkemelerine başvurarak sınırdışı kararı ile yerel makamların geçici sığınma izni verilmemesine yönelik kararlarının bozulmasını talep edebileceğini ileri sürmüştür.

Başvuran, kendisine tebliğ edilmeyen kararlara itiraz edemediğini ileri sürmüştür.

AİHM, Abdolkhani ve Karimnia davasında Savunmacı Hükümet tarafından yapılan aynı itirazı inceleyip reddettiğini hatırlatır. AİHM, söz konusu davada içtihadından ayrılmasını gerektirecek herhangi bir özel koşul bulunmadığı kanaatindedir. Bu nedenle, AİHM, Hükümet’in itirazını reddeder.

AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir.

  1. Esas

Hükümet, başvuranın sığınma talebinin yetkili makamlarca incelenerek reddedildiğini belirtmiştir. Hükümet, bu bağlamda, başvuranın uzun yollar boyunca sığınma talebinde bulunmadığını kaydetmiştir. Hükümet, başvuranın 1995 ve 1996 yılları içerisinde yirmi dokuz kez Tunus’a gittiğini ifade etmiştir. Hükümet, söz konusu iddialarını desteklemek üzere başvuranın Hatay yoluyla Türkiye’den ayrıldığını gösteren bir belge sunmuştur. Hükümet, ayrıca, başvuranın El-Kaide üyesi olmakla suçlandığını, bu nedenle de Türkiye’deki ulusal güvenlik ve kamu düzeni için tehlike oluşturduğunu ileri sürmüştür. Hükümet, başvuranın Tunus’a iadesinin herhangi bir risk doğurmayacağı kanaatine varmıştır.

Hükümet, ayrıca, Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca başvuranın idare mahkemelerine başvurarak hakkında alınan kararın bozulmasını talep edebileceğini hatırlatmıştır. Hükümet, iddiasını desteklemek üzere, dört sığınmacı hakkında verilen sınırdışı kararlarının bozulmasına hükmeden ilk derece mahkemesi kararlarını onaylayan Danıştay kararlarının kopyalarını sunmuştur.

Başvuran, Hükümet’in iddialarına itiraz etmiştir. Başvuran, terör örgütünün değil Ennahda’nın üyesi olduğu konusunda ısrar etmiştir. Başvuran, ayrıca, 1997 yılında mülteci olarak tanınmak için BMMYK’ye başvurduğunu belirtmiştir. Başvuran, ayrıca, 1995 ve 1996 yıllarında Tunus’a gitmediğini, Türkiye’den Suriye’ye tekstil ürünleri ihraç ettiği için Suriye’ye gittiğini kaydetmiştir. Başvuran, BMMYK tarafından mülteci olarak tanınmasının hemen ardından Türk makamlarına başvurduğunu ifade etmiştir. Başvuran, bu bağlamda, Hükümet’in geçici sığınma talebinin reddedildiği yönünde ifadelerde bulunmasına rağmen, 9-12 Kasım 2009 tarihleri arasında geçici sığınma talebiyle ilgili olarak İçişleri Bakanlığı yetkililerinin kendisiyle görüştüğünü kaydetmiştir. Ancak, söz konusu görüşmenin sonucuyla ilgili olarak kendisine bilgi verilmemiştir. Başvuran, son olarak, sınırdışı kararı ile sığınma talebinin reddedildiği yönündeki kararın kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle söz konusu kararlara itiraz edemediğini ifade etmiştir.

Başvuranın AİHS’nin 3. maddesi bağlamındaki iddialarıyla ilgili olarak, AİHM, başvuranın Ennahda üyesi olduğunu iddia ettiğini ve Ennahda başkanının başvuranın Tunus Ennahda Partisi’nin üyesi olduğunu ve Tunus’a dönmesi halinde hapis cezası ve işkence riskiyle karşı karşıya kalacağını ifade ettiği bir belge sunduğunu gözlemlemektedir. AİHM, ayrıca, Hükümet’in bu iddiaların doğru olup olmadığını incelemediğini gözlemlemektedir. Bu nedenle, AİHM, başvuranın Tunus’taki Ennahda’nın üyesi olduğuna dair herhangi bir şüphe bulunmadığı kanaatine varır.

Bu bağlamda, AİHM, yukarıda adı geçen Saadi kararında, Uluslararası Af Örgütü ile İnsan Hakları İzleme Örgütü raporlarında Tunus’ta rahatsız edici bir durumun mevcut olduğunun belirtildiğini gözlemlemiştir. AİHM, söz konusu raporlarda, terörle suçlanan kişilere işkence edildiği ve kötü muamelede bulunulduğuna dair çok sayıda vaka bulunduğundan bahsedildiğini kaydetmiştir (Saadi). AİHM, bu davada, Saadi kararında yapmış olduğu tespitlerden ayrılmasını gerektirecek herhangi bir gerekçe bulunmadığı kanaatindedir.

AİHM, ayrıca, başvuranın 24 Ocak 2008 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde, 25 Ocak 2008 tarihinde polise verdiği ifadesi sırasında, Tunus’ta kötü muameleye maruz kalacağı riski taşıması nedeniyle oraya geri dönmek istemediğini belirttiğini gözlemlemektedir. Başvuran, polise verdiği ifadesinde, ayrıca, BMMYK’ye yeniden başvurduğunu kaydetmiştir. Bununla birlikte, 5 Mart ve 17 Ekim 2008 tarihli belgelere göre, ulusal makamlar, başvuranın iddialarını incelemeden sınırdışı edilmesini planlamışlardır. Ayrıca, Hükümet, başvuranın Kasım 2009’dan önce geçici sığınma talebiyle ilgili olarak kendisiyle görüşülmediği iddiasına cevap vermemiş ve söz konusu incelemeye ilişkin herhangi bir belge sunmamıştır. Hükümet, yalnızca, başvuranın El-Kaide üyesi olmakla suçlandığı, bu nedenle de Türkiye’deki ulusal güvenlik ve kamu düzeni için tehlike oluşturduğu gerekçesiyle geçici sığınma talebinin reddedildiğini belirtmiştir. AİHM, AİHS’nin 3. maddesinin mutlak niteliğini hatırlatır: bir devletin sorumluluğunun 3. madde kapsamına girip girmediği değerlendirilirken, – sözkonusu muamele başka bir devlet tarafından uygulanmış olsa dahi -kötü muamele görme riski ile sınırdışı etme nedenlerini karşılaştırmak mümkün değildir. İlgili kişinin eylemleri, her ne kadar hoş karşılanmasa veya tehlike arz etse de, göz önüne alınamaz (Chahal / Birleşik Krallık, 15 Kasım 1996; Hüküm ve Karar Raporları 1996-V; Saadi; Abdolkhani ve Karimnia).

Bu koşullar altında, AİHM, ulusal makamların başvuranın iddialarını inceleyip AİHS’nin 3. maddesinin gereklerini göz önünde bulundurdukları konusunda ikna olmamıştır. Sığınma talebinin nedenleri konusunda başvuranla görüşmek ve siyasi görüşleri nedeniyle karşı karşıya kalabileceği riski değerlendirmek BMMYK’ye düşmüştür.

AİHM, başvuranın Tunus’a iadesi halinde karşılaşabileceği risklerle ilgili olarak BMMYK’nin vardığı sonucu göz önünde bulundurmalıdır (Jabari / Türkiye, no. 40035/98; N.A. / Birleşik Krallık, no. 25904/07; Abdolkhani ve Karimnia). AİHM, bu bağlamda, BMMYK başvuran ile görüştüğünde, başvuranın korkularının inanılırlığını ve ülkesindeki koşullara dair verdiği ifadenin doğru olup olmadığını test etme fırsatına sahip olduğunu gözlemlemektedir. Söz konusu görüşmenin ardından, BMMYK, başvuranın kendi ülkesinde zulüm görme tehlikesi bulunduğunu tespit etmiştir.

BMMYK’nin değerlendirmesi ışığında, AİHM, başvuranın ülkesine iade edilmesi halinde 3. madde kapsamındaki haklarının ihlal edileceğine inanmak için esaslı gerekçelerin mevcut olduğu kanaatine varmıştır.

Başvuranın AİHS’nin 13. maddesi kapsamındaki şikayetiyle ilgili olarak, AİHM, başvuranın Tunus’ta kötü muamele ve ölüm riskiyle karşı karşıya kalacağı yönündeki iddialarının ulusal makamlarca anlamlı bir incelemesinin yapılmadığı sonucuna vardığını kaydeder. Ayrıca, Hükümet, sığınma talebinin reddedildiğine dair verilen karar ile sınırdışı kararının başvurana tebliğ edildiğine dair herhangi bir belge göstermemiştir. Hükümet’in sınırdışı kararının başvurana tebliğ edildiğini gösteren herhangi bir belge sunmaması nedeniyle, AİHM, başvuranın 25 Ocak 2008 tarihinde sınırdışı işlemlerinden haberdar edildiği yönünde Hükümet’in yapmış olduğu açıklamaya itibar edemez. Ayrıca, 22 Ocak 2009 tarihinde sınırdışı işlemlerinin yeniden başlatılmasının ardından, makamlar yine başvuranı haberdar etmemişlerdir. Ayrıca, geçici sığınma talebinin reddedildiğine yönelik karar da başvurana tebliğ edilmemiştir. Bu koşullar altında, AİHM, başvuranın Tunus’ta kötü muamele ve ölüm riskiyle karşı karşıya kalacağı yönündeki iddialarına ilişkin etkili ve erişilebilir bir hukuk yoluna sahip olmadığı sonucuna varır. Son olarak, başvuranın idare mahkemelerine başvurabileceği iddiasıyla ilgili olarak, AİHM, verilen bir sınırdışı kararının iptali için yapılan başvurunun otomatik olarak durdurucu bir etkisinin olmaması nedeniyle, Türkiye’deki sınırdışı davalarının adli denetiminin etkili bir hukuk yolu olarak görülemeyeceğini hatırlatır (Abdolkhani ve Karimnia).

Sonuç olarak, AİHM, başvuranın Tunus’a iade edilmesi halinde AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edileceği sonucuna varır. AİHM, ayrıca, AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğini tespit eder.

  1. AİHS’NİN 5. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran, AİHS’nin 5. maddesi uyarınca, alıkonmasının kanuna aykırı olduğu konusunda şikayetçi olmuştur. Başvuran, ayrıca, AİHS’nin 5/2 maddesi uyarınca, 25 Ocak 2008 tarihinden itibaren alıkonmasının gerekçelerinin kendisine bildirilmediği konusunda şikayetçi olmuştur. Başvuran, ayrıca, AİHS’nin 5/4 maddesi uyarınca, tutukluluğunun meşruluğuna itiraz edemediğini ileri sürmüştür. Başvuran, son olarak, AİHS’nin 5/5 maddesi uyarınca, bahsi geçen 5. madde ihlalleri karşılığında tazminat talep edemediğini ileri sürmüştür.

  1. Kabuledilebilirlik

AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir.

  1. Esas
  1. Tarafların ifadeleri

Hükümet, başvuranın Kırklareli Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi’nde kaldığını ileri sürmüştür. Başvuranın bu merkeze yerleştirilmesinin nedeni, sınırdışı işlemleri tamamlanıncaya kadar başvuranın makamların gözetiminde bulunması gerekliliğidir. Hükümet, söz konusu uygulamanın 5683 No.lu Kanun’un 23. maddesi ile 5682 No.lu kanun’un 4. maddesine dayandığını belirtmiştir. Hükümet, ayrıca, başvuranın tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasının ardından polis tarafından sorgulandığı 25 Ocak 2008 tarihinde söz konusu durumdan haberdar edildiğini ileri sürmüştür. Başvuranın AİHS’nin 5/4 ve 5/5 maddeleri bağlamındaki şikayetleriyle ilgili olarak, Hükümet, başvuranın idare mahkemelerine başvurabileceğini ifade etmiştir.

Başvuran, alıkonduğunu ve bunun iç hukukta yeterli bir yasal dayanağının bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvuran, ayrıca, 25 Ocak 2008 tarihinde polise verdiği ifadeleri içeren belgelerde sonraki alıkonmasına herhangi bir atıfta bulunulmaması nedeniyle, bu belgelerin alıkonmasının gerekçelerini kendisine bildirdiğinin düşünülemeyeceğini ileri sürmüştür. Başvuran, tutukluluğunun meşruluğuna itiraz edemediğini ve AİHS’nin 5. maddesinin 1., 2. ve 4. paragrafları tarafından güvence altına alınan haklarının ihlali karşılığında ulusal mahkemeler önünde tazminat talep edemediğini yinelemiştir.

  1. AİHM’nin değerlendirmesi
  1. AİHS’nin 5/1 maddesi

AİHM, aynı şikayeti Abdolkhani ve Karimnia davasında incelediğini hatırlatır. AİHM, adı geçen davada, başvuranların Kırklareli Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi’ne yerleştirilmeleri sonucu özgürlüklerinden mahrum bırakıldıklarını tespit etmiş ve sınırdışı amacıyla tutukluluk kararı verme ve tutukluluk süresini uzatma ve böyle bir tutukluluk için süre koymaya ilişkin usulü belirleyen açık yasal hükümlerin yokluğunda, başvuranların maruz kaldığı özgürlükten yoksun bırakmanın AİHS’nin 5. maddesi açısından “yasaya uygun” olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna varmıştır.

AİHM, söz konusu davayı incelemiş ve bu davada belirtilen içtihadından ayrılmasını gerektirecek herhangi bir özel koşul bulunmadığı sonucuna varmıştır. Dolayısıyla, AİHS’nin 5/1 maddesi ihlal edilmiştir.

  1. AİHS’nin 5/2, 5/4 ve 5/5 maddesi

AİHM, Hükümet’in atıfta bulunduğu 25 Ocak 2008 tarihli belgeye göre, BMMYK’ye yapılan başvuruyla ilgili olarak iki polis memurunun başvuranı sorguladığını gözlemlemektedir. Başvurana El-Kaide üyeliği suçuyla ilgili olarak serbest bırakıldığı ve bu bağlamda sınırdışı işlemlerinin başlatıldığı bildirilmiştir. Söz konusu belgede, başvuranın hangi gerekçeyle Kocaeli Emniyet Müdürlüğü’nde alıkonduğuna dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Tutukluluğunun gerekçelerinin başvurana resmi olarak tebliğ edildiğine dair dava dosyasında başka herhangi bir belge bulunmaması nedeniyle, AİHM, 25 Ocak 2008 tarihinden itibaren alıkonmasının gerekçelerinin ulusal makamlar tarafından başvurana tebliğ edilmediği sonucuna varır (Abdolkhani ve Karimnia).

AİHM, ayrıca, başvuranın tutukluluğunun meşruluğunun bir mahkeme tarafından incelenebileceği ve AİHS’nin 5/1, 5/2 ve 5/4 maddeleri tarafından güvence altına alınan haklarının ihlali karşılığında tazminat talep edebileceği herhangi bir usulün varlığının Hükümet tarafından kanıtlanmadığını gözlemlemektedir. Hükümet, yalnızca, Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca Türkiye’de bulunan yabancıların idare mahkemelerine dava açabileceklerini kaydetmiştir. Hükümet, ayrıca, kanuna aykırı olarak tutuklandığı gerekçesiyle bir sığınmacı tarafından açılan davanın idare mahkemeleri tarafından ivedilikle incelenerek sığınmacının serbest bırakılmasına ve tazminata hükmedildiğini gösteren herhangi bir örnek sunmamıştır.

AİHM, 25 Ocak 2008 tarihinden itibaren özgürlüğünden mahrum bırakılmasının gerekçelerinin başvurana tebliğ edilmediğini tespit etmiştir. AİHM, söz konusu tespitin, başvuranın tutukluluğuna itiraz hakkının etkili dayanaklardan yoksun olduğu anlamına geldiği kanaatindedir (Abdolkhani ve Karimnia; Shamayev ve Diğerleri / Gürcistan ve Rusya, no. 36738/02). Dolayısıyla, AİHM, AİHS’nin 5/4 maddesi uyarınca, Türk hukuk sisteminin başvuranın tutukluluğunun meşruluğunun adli denetimden geçmesini sağlayacak bir hukuk yolu sunmadığı sonucuna varır (S.D. / Yunanistan, no. 53541/07).

Yukarıda anlatılanlar ışığında, AİHM, AİHS’nin 5/2, 5/4 ve 5/5 maddelerinin ihlal edildiği sonucuna varır.

  1. BAŞVURANIN TUTUKLULUĞU BAĞLAMINDA AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran, AİHS’nin herhangi bir maddesini öne sürmeden Kocaeli Emniyet Müdürlüğü ile Kırklareli Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi’nde kötü koşullarda alıkonduğu konusunda şikayetçi olmuştur.

AİHM, başvurunun bu kısmının AİHS’nin 3. Maddesi bağlamında incelenmesi gerektiği kanaatindedir.

Hükümet, başvuranın iddiasına itiraz etmiştir.

Başvuranın Kocaeli Emniyet Müdürlüğü’ndeki tutukluluk koşullarıyla ilgili şikayetiyle ilgili olarak, AİHM, başvuranın 11 Mart 2008 tarihinde Kırklareli’ndeki merkeze gönderildiğini, ancak 24 Mart 2009 tarihinde AİHM’ye başvuruda bulunulduğunu gözlemlemektedir. Dolayısıyla, AİHM, AİHS’nin 35. maddesinin 1. ve 4. paragrafları uyarınca makul süreyi aştığı gerekçesiyle başvurunun bu kısmının reddedilmesine karar verir.

Başvuranın halen tutulmakta olduğu Kırklareli Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi’ndeki koşullara ilişkin iddialarıyla ilgili olarak, AİHM, neredeyse aynı şikayetleri incelediğini ve söz konusu merkezin fiziki koşullarının AİHS’nin 3. maddesi kapsamına girecek derecede ciddi olmadığını tespit ettiğini kaydeder (Z.N.S. / Türkiye, no. 21896/08).

Tarafların ifadelerini inceleyen AİHM, başvuranın söz konusu davada farklı bir sonuca varmasını sağlayacak nitelikte yeni bir iddia ortaya koymadığı kanaatindedir. AİHM, AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. paragrafları uyarınca başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle reddedilmesi gerektiğine karar verir.

  1. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

AİHS’nin 41. maddesine göre:

“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”

  1. Tazminat

Başvuran, tutuklu kaldığı süre boyunca uğradığı gelir kaybı karşılığında maddi tazminat olarak 12,500 Euro talep etmiştir. Başvuran, ayrıca, AİHS’nin 3. ve 5. maddelerinin ihlali sonucu gördüğü manevi zarar karşılığında toplam 235,000 Euro manevi tazminat talep etmiştir.

Hükümet, aşırı miktarda ve dayanaktan yoksun oldukları gerekçesiyle söz konusu taleplere itiraz etmiştir.

Tespit edilen ihlalle talep edilen maddi tazminat arasında herhangi bir illiyet bağı bulunmadığını kaydeden AİHM, söz konusu talebin reddedilmesine karar verir. Bununla birlikte, AİHM, başvuranın tek başına tespit edilen ihlalle telafi edilemeyecek düzeyde manevi zarar görmüş olabileceği kanaatindedir. AİHM, ihlallerin ciddiyetini göz önünde bulundurarak ve hakkaniyete uygun olarak, başvurana 11,000 Euro manevi tazminat ödenmesine karar verir.

Davanın özel koşullarını, AİHS’nin 5/1 maddesinin ihlal edildiğine dair tespitini ve söz konusu ihlale acilen son verilmesi gerektiğini göz önünde bulunduran AİHM, Savunmacı Hükümet’in başvuranın en yakın tarihte serbest bırakılmasını temin etmesi gerektiği kanaatindedir (Assanidze / Gürcistan, no. 71503/01).

  1. Yargılama masraf ve giderleri

Başvuran, Türkiye’deki temsilcisinin avukatlık ücreti için toplam 6,000 Euro, AİHM önündeki yargılama sırasında ödediği avukatlık ücreti için 5,250 Euro ve telefon, faks ve posta ücretleri için 262 Euro talep etmiştir. Başvuran, taleplerini desteklemek üzere, avukatları tarafından hazırlanan iki adet masraf cetveli sunmuştur.

Hükümet, yalnızca gerçekliği kanıtlanan yargı giderlerinin elde edilebileceğini kaydederek başvuranın taleplerine itiraz etmiştir.

AİHM’nin içtihadına göre, bir başvuran gerçekliğini ve gerekliliğini kanıtladığı makul miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. AİHM, söz konusu davada, elindeki belgelere ve yukarıdaki kriterlere dayanarak, yerel mahkemeler önündeki yargılama masraf ve giderleri için 1,000 Euro, AİHM önündeki yargılama giderleri için ise 3,000 Euro ödenmesine karar verir.

  1. Gecikme faizi

AİHM, gecikme faizinin, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artış eklenerek belirlenmesini uygun görmektedir.

BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM OYBİRLİĞİ İLE

  1. Sınırdışı işlemleriyle ilgili olarak AİHS’nin 3. ve 13. maddeleri uyarınca yapılan şikayetler ile AİHS’nin 5/1, 5/2, 5/4 ve 5/5 maddeleri uyarınca yapılan şikayetlerin kabuledilebilir, başvurunun geri kalan kısmının kabuledilemez olduğuna;
  1. Başvuranın Tunus’a sınırdışı edilmesinin AİHS’nin 3. maddesini ihlal edeceğine;
  1. Başvuranın AİHS’nin 3. maddesi uyarınca yaptığı şikayetle bağlantılı olarak AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine;
  1. AİHS’nin 5/1, 5/2, 5/4 ve 5/5 maddelerinin ihlal edildiğine;
  1. (a)AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası’na çevrilmek üzere ve her türlü vergi ve kesintiden muaf tutularak Savunmacı Hükümet tarafından, başvurana, manevi tazminat olarak 11,000 Euro (on bir bin Euro), yargılama masraf ve giderleri için toplam 4000 Euro (dört bin Euro) ödenmesine;

(b)Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi kolaylığı oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;

  1. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddedilmesine karar vermiştir.

İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları gereğince 13 Temmuz 2010 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.

__________

Başvurucu Dbouba
Davalı Ülke Türkiye
Başvuru No 15916/09
Karar Tarihi 13 Temmuz 2010
Kaynak http://www.inhak-bb.adalet.gov.tr/aihm/karar/dbouba30.03.2011.doc

20 Haziran Dünya Mülteciler Günü Sonrasında Türkiye Tarihi Yol Ayrımında

Av. Taner KILIÇ
Mülteci Der

Dünyada ve Türkiye’de elbette sürekli önemli olaylar oluyor; internet, gazete ve televizyonlarda önümüze haber olarak sunulan her bir bilginin elbette kendine göre bir haber değeri var. Her bir haber bizi siyasi, ekonomik veya insani açıdan bir şekilde ilgilendiriyor ve bizler onlara büyük bir dikkatle kulak kesiliyoruz. Ancak dünyanın ve Türkiye’nin bu yoğun haber koşuşturması içinde mülteciler halen hak ettikleri ölçüde ve hak ettikleri bakış açısıyla yer alamıyorlar. Mülteciler de benzeri birçok mağdur kesim gibi her zaman olayların sebep-sonuç ilişkisi içinde sanki birer nesne gibi kalıyorlar. Öyle ki artık ancak çok sayıda öldüklerinde haber konusu olabiliyorlar. Haber olduklarında ise ne isimleri merak ediliyor, ne de bu ölümcül yolculuklara ilişkin “gerçek” hikayeleri. İsimleri, yüzleri, dost ve akrabaları, çocukları ve sevdikleri olduğu önemsenmeyen, üstelik hiç de merak edilmeyen sadece birer “rakam” olarak öylece haber metinlerinde duruyorlar.

Mülteci meselesi açılınca hemen devreye giren ve artık bilinçaltımıza dayalı kötü bir refleks olduğuna inanmaya başladığım “tarihimizde mültecilere ne denli değer verdiğimiz” söyleminin de bizlere huzur bahşetmesinin artık ciddi olarak kritik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Evet, doğrudur; tarihimiz bize sığınan insanlara hak ettikleri korumayı sağlama konusunda göreli olarak oldukça ciddi çabalara ve hatta bunu sağlama adına savaşlara sahne olmuştur. Ancak bu sadece o günlerin insanları için bir övünç kaynağı olabilir. Bugünü yaşayan bizlerin artık bu kuru avuntuyu bir kenara bırakarak günümüz Türkiye’sinde bize sığınan insanlara sağlanan korumanın hangi düzey ve insani kalitede olduğunu kendi kendimize sorma ve bunu etraftan araştırma duyarlılığını göstermemiz gerekmektedir. Dünyanın insan hakları ihlallerinin yoğun olduğu coğrafyalarındaki sorunlarına dikkat kesildiğimiz kadar o coğrafyalardaki hayati tehlikelerden kaçarak ülkemize sığınan ve belki de bizimle aynı şehirde yaşayan insanların hallerinin nice olduğunu da merak etmemiz; bu kapsamda örneğin Gazze’deki abluka kadar, ülkemize sığınan Filistinli mültecilerin de ülkemizde nasıl yaşadığını düşünmemiz gerekmektedir.

Hemen belirtelim ki; Türkiye’deki bu alana ilişkin biçilen hem dar mevzuat hem de reva görülen pratik uygulama hiç gurur duyacağımız bir düzeyde değil, üstelik ciddi ciddi başımızı öne eğmemizi gerektirir ölçüde kötü bir seviyededir. Uzun yıllardır Türkiye’yi bu alanda etkin işleyen bir idari ve yargısal denetim süreci olmadığı yönünde kararlar veren ve eleştiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) son bir yıl içinde vermiş olduğu kararlarda tespit ettiği ihlaller boyutunu yükseltmiştir. Bunda elbette bu alanda belki de son on yıldır çalışma ve kapasite oluşturma çabası içinde bulunan sivil toplum kuruluşlarının ve bağımsız avukatların rolü büyüktür. Çünkü bu alanda uzun yıllardır ne kamu ne de sivil aktörlerce izleme ve denetim mekanizmaları işletilmediğinden yaşanan ihlaller tamamen ilgi alanımızın dışında ve dolayısıyla karanlıkta kalmıştır. Geliştirilmeye çalışılan kapasite ile bunun ancak henüz küçük bir bölümüne ışık tutulabilmiştir. Işık alan bu küçük bölümde gördüklerimiz insanlık adına yüzümüzü kızartacak ölçüdedir.

Örneğin, günümüz dünyasındaki en despotik rejimlerinden birisi olan Tunus’tan kaçan bir Nahda Hareketi üyesinin Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (BMMYK) kendisine mülteci statüsü tanımasına, dolayısı ile kendisini bir üçüncü ülkeye yerleştirmeye hazır olmasına rağmen Türkiye’nin kendisine reva gördüğü muamele Tunus’u aratacak şekilde “zulüm” boyutunda olmuştur. Türkiye’ye sığındığında henüz 20 yaşında olan Tunuslu mülteci sanık veya mahkum olmadığı halde Cezaevlerindeki mahkumlardan çok daha ağır koşullar altında Adana’da bir karakolun bodrumunda 20 ay boyunca tutulmuş, iltica prosedürüne ilişkin hakları hiç uygulanmamış, Tunus’a ısrarla sınırdışı edilmek (dolayısıyla hayatını riske etmek) istenmesine ancak AİHM’nin tedbir kararı ile engel olunabilmiştir. Daha sonradan da 19 ay kadar tutulduğu Kırklareli Gaziosmanpaşa kampından eşine az rastlanır bir uygulama olarak AİHM’nin tespit ettiği ihlaller yanısıra “en kısa sürede serbest bırakılması” yönündeki kararından ancak 36 gün sonra ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Hammarberg’in alana ilişkin Türkiye ziyaretinden sadece birkaç gün önce serbest bırakılabilmiştir. Şimdi ortada 24 yaşında psikiyatrik tedaviye mahkum kalmış genç bir insan vardır ve ne acıdır ki bu genç mülteci Tunus’ta yaşadığı travmalardan ziyade Türkiye’de bir mülteci olarak maruz kaldığı muamelelerden ötürü bu hale gelmiştir. AİHM, 13 Nisan 2010 tarihinde ciddi anlamda bir tazminat cezasına da mahkum ettiği Türkiye’nin bu genç Tunuslu’ya reva gördüğü muameleyi “işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı davranış” maddesini düzenlediği AİHS 3. maddeden mahkum etmekle sanırım sorumluların yüzünü kızartacak oldukça ciddi bir tespitte bulunmuştur.

Mülteci ve sığınmacıların Türkiye’de muhatap olduğu sorunların bu yazıda topluca ele alınabilmesi takdir edersiniz ki mümkün değildir. Gerçekten; hukuki korumadaki zayıflıktan tutun, insan olmanın getirdiği sağlık, sosyal, çalışma, eğitim vb alanlarda çok ciddi sorunlar bulunmaktadır. Yıllardır bu alana ilişkin yasama, yürütme ve yargı erklerinin ilgisizliği bu alanda ciddi bir insani boşluk oluşturmuştur. Ancak burada kısaca “ikamet harcı” konusuna değinmezsek kendimi rahat hissetmeyeceğim: Türkiye kendisine sığınan ve her anlamda bu son derece kötü durumdaki kişilerden hak ettikleri koruma ve insani hizmeti onlara sunmamasına rağmen “ikamet harcı” adı altında para toplamaktadır. Üstelik bu harcı öde(ye)meyenlere hayatı daha da zorlaştırmakta ve BMMYK tarafından yerleştirildikleri üçüncü ülkeye çıkış izni vermemek dahil birçok alanda önüne engeller çıkartmaktadır. Fakir durumda bulunanlara yönelik bir muafiyet uygulaması mevzuat gereği yapılabilecekken bu birçok ilde keyfi olarak engellenebilmektedir. Dolayısıyla kendilerine yeteri düzeyde hiçbir insani hizmet ve korumanın sağlanmadığı sığınmacı ve mültecilerin Türkiye Hazinesi açısından birer “gelir kalemi” olduğu gerçeğine tosluyoruz. Doğrusu bana hayati risklerden, çok büyük travmalardan kaçarak ülkemize sığınmış, her anlamda yoksunluğu yaşayan bu kişilerden elde edilen paraların hazinemiz içinde payı, yapılan yol ve köprülerde hissesi olduğunu bilmek bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak “utanç verici” geliyor. Bu konuya dikkat çeken Uluslararası Af Örgütünün tüm dünyada yürüttüğü kampanyasından sonra ikamet harçlarının sığınmacı ve mültecilerden alınmamasını talep eder binlerce mektup ve kartın hükümetin ilgili Bakanlarına geçtiğimiz aylarda ulaştığını, bu hususta uygulamanın yumuşatılmasını tavsiye eden 19 Mart 2010 genelgesinin İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlandığını bilmemize rağmen “uygulamanın” halen büyük oranda direnç gösterdiğini görmek konu hakkında bilgili ve duyarlı az sayıda insanı oldukça üzüyor. Eminiz ki, bu utanç verici uygulama halkımızın çoğu tarafından bilinse çok ciddi bir tepki verilecektir.

Tüm bu karamsar ve gerçekten iç daraltıcı tabloya karşılık İçişleri Bakanlığı bünyesinde bu uygulamanın artık böyle devam edemeyeceğini gören ve hem bu alana ilişkin evrensel standartları, hem AB müktesebatını, hem de AİHM kararlarını dikkate alarak yeni bir yasa ve sistem arayışı iddiasında ciddi bir iradenin belirdiğini görmekteyiz. Bu amaçla Türkiye’de ilk kez olacak şekilde bir İltica Yasası ve İltica ve Göç Dairesi oluşturulması amacıyla ihdas edilen bir Büro nezdinde bir süredir hummalı bir çalışma ve gayret söz konusudur. Üstelik Bürodaki kadroda gözlemlediğimiz liberal, sorunların artık halı altına süpürülmekle çözülmediği gerçeğini gören ve değişime açık vizyon bizim bu alanda orta vadede oldukça ümitlenmemizi sağlamaktadır.

Evet, Türkiye’nin artık ilticanın İHEB madde 14’de koruma altına alınan temel bir insan hakkı olduğu, mültecilerin turistik geziye çıkmış birer maceraperest kişi olmadığı, hayati riziko ve travmalardan kaçan günümüzün gerçek insan hakları mağdurları veya sadece bizler gibi “insan” oldukları, “çöp” olmadıkları gerçeğini hatırlaması ve tüm mevzuat ve uygulamasını güvenlik ve ekonomi ekseninden ziyade insani perspektifle düzenlemesinin vakti artık gelmiştir. 20 Haziran 2010 Dünya Mülteciler Gününü Türkiye bu tarihi kavşakta, almaya hazırlandığı önemli insiyatifler ve çıkaracağı yeni kanunlar arefesinde karşıladı. Bundan sonra ya artık gözümüzün önünde yaşanan ancak göremediğimiz bu olumsuz süreci fark edip insani bir korumayı sağlamak üzere yeni bir sistem kurma gayreti içine gireceğiz ya da o dönemin geçtiğini anlamamakta direnip sorunları büyük bir beceriksizlikle örtmeye çalışıp, mültecileri Türkiye’ye sığındıklarına bin pişman ederek yeni insanların gelmesini engellemek şeklindeki kötü politikayı devam ettirmeye çalışacağız. Bu yeni süreçte de biz mülteci hakları savunucularının gözleri her halükarda “herkesi” takip ediyor olacak.

Maher Muhilddin Gazel Al Shamsi / Türkiye

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

Maher Muhilddin Gazel AI SHAMSI – Türkiye
(Başvuru no. 13919/08)

Kabuledilebilirliğe İlişkin Karar

22 Haziran 2010

OLAYLAR

DAVA OLAYLARI VE AİHM ÖNÜNDEKİ YARGILAMA

Başvuran Maher Muhilddin Gazel Al Shamsi 1966 doğumlu bir Mısır vatandaşı olup Eskişehir’de ikamet etmektedir. Başvuran, AİHM önünde, İstanbul Barosu avukatlarından A. Baba tarafından temsil edilmiştir.

Başvuran, Mısır’da terör örgütü üyesi olmakla suçlandığını iddia etmektedir. Başvuran, 1991 yılında cezaevinden kaçarak ülkeyi terk etmiştir. Başvuran, sırasıyla Ürdün, Suriye ve Lübnan’da yaşamıştır. Başvuran, Beyrut’ta iken BMMYK’dan mülteci statüsü talebinde bulunmuş, ancak talebi reddedilmiştir. Başvuran, 9 Eylül 2007 tarihinde Türkiye’ye kaçmıştır.

Başvuran, 16 Kasım 2007 tarihinde Hatay’da yakalanmıştır. Başvuran, AİHM önünde, yakalandığı sırada sığınma taleplerinin dikkate alınmadığını iddia etmiştir. Hükümet, başvuranın başlangıçta sığınma talebinde bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvuran, ulusal makamlar önünde, ekonomik nedenlerden dolayı Mısır’dan ayrıldığını ve iş bulmayı amaçladığı İstanbul’a gelebilmek için insan kaçakçılarına para verdiğini ifade etmiştir. Hükümet, görüşlerini desteklemek üzere, başvuranın yakalandığı gün verdiği ifadeyi sunmuştur. Söz konusu belgede, diğer hususlar meyanında, başvuranın ve çevirmenin imzası bulunmaktadır.

Başvuran, 18 Şubat 2008 tarihinde, BMMYK’nın Türkiye Ofisi ile birlikte çalışan bir avukatla iletişime geçmiş ve sığınma talebinin reddedildiğini ifade etmiştir. Başvuran, 5 Mart 2008 tarihinde, BMMYK’nın Ankara Ofisi ile iletişime geçmiş ve kendisine mülteci statüsünün tanınmasını talep etmiştir.

Başvuran, 20 Mart 2008 tarihinde, AİHM İçtüzüğü’nün 39/1 maddesi uyarınca, AİHM’den ihtiyati tedbir kararı alınmasını talep etmiştir. Başvuran, Mısır’a sınır dışı edilmesi halinde adil olmayan bir şekilde yargılanabileceğini, cezaevine konularak kötü muamele görebileceğini ve hatta ölüm riskiyle karşı karşıya kalabileceğini iddia etmiştir. Başvuran, bu bağlamda, AİHS’nin 2, 3, 5 ve 6. maddelerini öne sürmüştür. Aynı gün, AİHM, yeni bir bildiriye kadar ihtiyati tedbir konulmasına karar vermiştir. Hükümet’ten bazı sorulara cevap verilmesi istenmiş ve her iki taraftan da ilgili belgeleri sunmaları talep edilmiştir.

25 Mart 2009 tarihinde, BMMYK başvuran ile görüşmüştür. Mülteci statüsünün değerlendirilmesine ilişkin işlemler BMMYK önünde halen derdesttir.

25 Mart ve 9 Nisan 2008 tarihlerinde, başvuran, sırasıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ve İstanbul Valiliği’ne sığınma talebinde bulunmuştur.

5 Mayıs 2008 tarihinde, makamlar, bir çevirmen aracılığıyla başvurana Eskişehir’de geçici ikamet izni verildiğini bildirmiştir. Dava dosyasında yer alan bilgiye göre, başvuranın Suriye’de bulunan eşi ve çocukları Eskişehir’e gelmişler ve 20 Haziran 2008 tarihinde BMMYK tarafından kendilerine sığınmacı belgesi verilmiştir.

HUKUK

AİHM, başvuranın Mısır’da terör örgütüyle bağlantısı olduğu, cezaevine konduğu ve 1991 yılında kaçtığı veya Mısır’daki makamlar tarafından aranmakta olduğu yönündeki iddialarını desteklemek üzere herhangi bir delil ortaya koymadığını kaydeder. Bu bağlamda, AİHM, başvuranın mülteci statüsü verilmesi yönündeki talebinin BMMYK Türkiye Ofisi önünde halen derdest olmasına rağmen, BMMYK Beyrut Ofisi tarafından reddedildiğini hatırlatır.

AİHM, ayrıca, Türkiye’deki sığınma işlemleri sonlanıncaya kadar başvurana, eşine ve çocuklarına yenilenebilir ikamet izni verildiğini gözlemlemektedir. Bu nedenle, başvuran şu anda sınır dışı edilme riski altında bulunmamaktadır; dolayısıyla, AİHS’ye aykırı muamele görme riski de söz konusu değildir. Sonuç olarak, AİHM, başvuranın AİHS’nin 3. maddesine aykırı muamele görme riskinin artık söz konusu olmadığına karar verir (mutatis mutandis, N. M. / Türkiye, no. 42175/05; Carmen Emilia Rojas Arenas / Hollanda, no. 1989/07).

Yukarıda belirtilenler ışığında AİHM, bu şikayetin AİHS’nin 35. maddesinin 3 ve 4. paragrafları uyarınca, açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle reddedilmesi gerektiğine karar vermiştir.

AİHM, ayrıca, AİHM İçtüzüğü’nün 39. maddesi uyarınca daha önce aldığı ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasına karar verir.

Bu nedenlerle AİHM oybirliğiyle, başvuruyu kabuledilemez olarak ilan etmiştir.

__________

Başvurucu Maher Muhilddin Gazel Al Shamsi
Davalı Ülke Türkiye
Başvuru No 13919/08
Karar Tarihi 22 Haziran 2010
Kaynak http://eski.ankarabarosu.org.tr/Aihm.aspx?Type=Detail&id=907

MÜLTECİ HAKLARI GÜNDEMİ