Mülteci Hakları Koordinasyonu (MHK) olarak bir süredir ülkemizde sürekli yaşandığına tanık olduğumuz, ancak son günlerde ciddi ve tehlikeli bir tırmanışa geçtiğini gördüğümüz mülteci ve yabancı düşmanlığı konusunda bazı hatırlatmaları ve kaygıları sizinle paylaşmak amacıyla işbu mektubun yazılması gerekliliği hissedilmiştir.
Bildiğiniz üzere bütün medeni ülkeler gibi Türkiye Cumhuriyeti de sığınma hakkını temel insan hakkı olarak kabul etmektedir. Ayrıca Türkiye, 1951 yılında Cenevre’de kabul edilen “Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşme”sinin hazırlayıcısı ve ilk imzacı ülkelerinden olup halen bu Sözleşmenin Yürütme Komitesi (EXCOM) üyesidir. Sözleşmenin özellikle 33. maddesi geleneksel hukukta “non-refoulement” olarak bilinen ve uluslararası korumanın temel taşını oluşturan “geri göndermeme” ilkesini içermektedir. Sözleşmenin 31. maddesi ise sözleşme kapsamında koruma sağlanması gereken sığınmacıların ve mültecilerin ülkeye düzenli veya düzensiz yollardan girişlerini –adeta işin doğası gereği olmasından ötürü- koruma altına almıştır. Geri göndermeme ilkesi, ülkeye girişi engelleme ve sınırlardan geri itme (push back) eylemlerini de yasaklamaktadır.
Bunun dışında Türkiye’nin de taraf olduğu “BM İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmesi”nin 3. maddesi açık bir şekilde kişinin iade edileceği ülkede işkence ve kötü muameleye uğrama riski varsa bunu taraf ülkeye yasaklamaktadır.
Yine, Türkiye’nin taraf olduğu “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”nin (AİHS) 2. ve 3. maddeleri kapsamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) oluşturduğu içtihat külliyatı sadece 1951 Sözleşmesinde tanımlanan durumlarda değil, adi suçlardan dolayı dahi ülkesini terk eden kişilere duruma göre sığındığı ülkeden sınır dışı edilmeme konusunda bir koruma sağlamaktadır.
Bildiğiniz üzere Anayasa’da “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Sözleşmeler kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” hükmü yer almaktadır.
Geç de olsa, nihayet 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ile sığınma hakkını koruyan ve bu alana ilişkin prosedürü düzenleyen bir kanun hazırlanmıştır. Bu kanun sığınma amaçlı ülkemize gelişlerde düzensiz yollarla dahi olsa ülkeye girişe yasal koruma sağlamakta (madde 65/4) ve bu kapsamdaki kişilerin sınır dışı edilmelerini yasaklamaktadır (madde 4 ve 55).
Buna göre tüm ülkeler gibi ülkemiz için de sığınmacılara bu anlamda sınırları açık tutmak ve mülteci hukukunun gereklerini uygulamaya geçirmek siyasi bir tercih konusu veya lütuf değil hem hukuki zorunluluk hem de tarihi, insani ve medeni bir sorumluluktur. Sınırlarına duvar örerek kişilerin hukuka erişimini engellemeye çalışan ülkeler insan hakları ile de aralarına bir duvar örmüş demektir. Kaldı ki, pek çok örnekten dolayı iyi bilinmektedir ki, bu anlamda yükseltilen önlemler sadece kaçakçıların aldığı ücretleri ve yolculuklardaki hayati riskleri arttırmaktadır. İnsan hakları ihlalleri ve kişi güvenliği sorunları devam ettiği müddetçe insanlar vatandaşı olduğu ülkelerden kaçmaya devam etmektedirler. Bu nedenle doğal akış olan zorunlu göçle mücadele etmek yerine göç olgusunun doğru ve etkili bir şekilde yönetilmesi, ilgili ülkelerin ve özellikle politika yapıcıların birinci dereceden sorumluluğu altındadır.
Ülkemize sığınan insanlara yönelik son zamanlarda yükseltilen ayrımcılık ve nefret içeren propagandaların –benzerleri başka yerlerde ve tarihlerde de trajik bir şekilde görüldüğü üzere- hızla ayrımcılık ve nefret suçlarına dönüştüğünü ve toplumsal barışı tehdit ettiğini söylemek zorundayız. Bu nefret suçlarına ve ayrımcılık propagandalarına ilişkin gerekli tedbirlerin ivedilikle alınmaması, toplumun bir kesiminin mültecilere ve göçmenlere karşı kışkırtılmasına göz yumulması halinde hepimizin yüzünü kızartacak ve tarihimize birer kara leke olarak geçecek ciddi ve ağır ihlallerin yakın ve orta gelecekte gerçekleşeceğini tahmin etmek maalesef bir kehanet değildir.
Türkiye’nin ekonomik, siyasal ve sosyal konularla ilgili zor bir süreçten geçtiğini biliyoruz. Ancak koşulların ağırlığı ve sürecin zorlukları insan olmaktan gelen ortaklığımızın üstünü örtmemeli. Elbette uluslararası mülteci hukukunun ideal ve nihai amacı insanların kaçma zorunluluğu hissettikleri ülkelerindeki insan hakları ihlallerinin kalıcı olarak sona ermesi, onların gönüllü ve onurlu geri dönüşlerinin sağlanmasıdır. Ancak bu amacın gerçekleşmesi önündeki engelleri ortadan kaldırmadan bunu zorla gerçekleştirmeye çalışmak çok daha ciddi insan hakları ihlallerine neden olacaktır.
…. Partisi olarak mülteci ve göçmenlere yönelik ayrımcılık ve nefret suçu içeren propagandalara karşı insan hakları ve insan onuru yanında tavır alacağınıza güvenmekteyiz. Uzun yıllardır iltica-göç alanında insan hakları temelli çalışmalar yürütmeye çabalayan bizler, sizlerle iletişim ve işbirliği içinde olmaya büyük önem vermekteyiz. İnsan hakları açısından ciddi bir kaygı ile izlediğimiz bu ayrımcılık ve nefret suçu içeren açıklamalara ve tavırlara karşı sizinle işbirliğine ve iletişime yönelik ivedilikle görüşmek için, yoğun gündeminize rağmen, zatınızdan randevu talebimizi bu vesileyle iletmek isteriz.
Saygılarımızla,
Mülteci Hakları Koordinasyonu