Öztürk Türkdoğan Dava İzleme Raporu

Öztürk Türkdoğan Dava Raporu

Arka Plan Bilgisi

İnsan Hakları Derneği (İHD) Eşbaşkanı Av. Öztürk Türkdoğan hakkında, PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olmak iddiası ile 16.12.2021 tarihli iddianame ile ceza davası açılmış; iddianamenin kabulü ile tensip zaptında davanın Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2021/280 esas numarasına kaydedildiği belirtilmiş,  ilk duruşmanın 22.02.2022 tarihinde saat 09.20’de yapılacağı bildirilmiştir.

İddianame incelendiğinde, son yıllarda örneğine sıkça rastlanmakla, en başta PKK silahlı terör örgütü hakkında tarihsel bilgilere yer verildiği, bu çerçevede örgütün kuruluş öncesi faaliyetlerinin, kuruluşunun ve kuruluşu sonrası 2000-2007 yılları arası faaliyetlerinin, bunlarla birlikte KADEK, Kongra-Gel, KCK, HPG, YJA-Star, Özel Kuvvetler (HezenTaybet), TAK, DHG, DGK-H, YDGH, YPS gibi yapıların sayfalarca açıklandığı görülmektedir. Esasen 28 sayfalık iddianamenin ilk 25 sayfasının bu bilgilerle doldurulduğu, davaya ve Öztürk Türkdoğan’a ilişkin bilgilere ise iddianamenin en sonundaki iki buçuk sayfalık bölümde yer verildiği, bu yöntemin de son yıllarda Türkiye’deki iddia makamlarınca sıklıkla uygulanan bir yöntem olduğu değerlendirilmektedir.

İddianamede getirilen somut suçlamaları üç grupta toplamak mümkündür: İlk olarak Öztürk Türkdoğan’ın İHD Genel Başkanı sıfatıyla 2015-2020 yılları arasında ANF internet sitesine tümü insan haklarıyla, cezaevlerindeki somut durumla, o dönemde devam eden açlık grevleriyle ilgili ve cezaevlerindeki tecrit uygulamalarını eleştiren 8 açıklamasından alıntılanan birer cümlenin bulunduğu, ikinci grupta CMK m.135 kapsamında alınmış iletişimin tespiti kararı doğrultusunda yapılan telefon dinlemelerinden çıkarılan 4 konuşmadan alıntılanan diyaloglar bulunduğu ve üçüncü olarak banka hesap hareketlerinde ne olduğu açıklanmayan “hakkında terör örgütü üyeliği kapsamında işlem yapılan bir kısım kişilerle para transferi” olarak nitelenen suçlamalar getirildiği gözlenmektedir.

22.02.2002 tarihli duruşma

Duruşmadan önce mahkemeye gönderilen yazıyla, söz konusu davanın İnsan Hakları Gündemi Derneği tarafından izleneceği, resmi olarak mahkemeye bildirilmiştir. 22.02.2022 tarihinde saat 09.20’de duruşma salonunun önünde çeşitli insan hakları sivil toplum örgütleri, sendikalar, çeşitli ülkelerden diplomatlar ve basın mensuplarından oluşan yaklaşık yetmiş kişilik bir grubun duruşmayı izlemek için mahkemeye geldiği tespit edilmiştir. Duruşmanın başında müdafilerin kimler olduğunun tespitinden sonra sanığın kimlik tespitine geçilmiş ve Öztürk Türkdoğan’a söz verilmiştir.

Öztürk Türkdoğan savunmasında özetle, iddianamenin başındaki terör örgütünün tanım ve tanıtımının yapıldığı yaklaşık 25 sayfalık bölümün kendisiyle hiçbir ilgisinin bulunmadığını, bunun CMK’ya aykırı olduğunu, CMK m.135 kapsamında yapılan telefon dinlemelerinin de kanunda belirtilen usule uyulmaksızın yapıldığını, bu nedenle yasak delil teşkil ettiğini, ANF sitesindeki açıklamaların kendisine ait olduğunu, tümünün insan hakları savunuculuğu faaliyeti çerçevesinde kaldığını ve esasen dernek faaliyeti çerçevesinde işin gereği olduğunu, tümünün ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığını ve hiçbir suça sebebiyet vermediğini, iddianamede somut isnatta bulunulmadığını, telefon görüşmelerinin kendisine ait olduğunu, elbette bu görüşmeleri yapabileceğini, aslında yürüttüğü insan hakları savunuculuğu faaliyetinin kriminalize edilerek suç gibi tanıtılmaya çalışıldığını, İHD’nin 1986 yılında kurulmuş ve halen faaliyette olan yasal bir dernek olduğunu, tüm Türkiye çapında 27 şubesi ve 5 temsilciliği bulunan, 7 bin üyesi olan bir dernek olduğunu, FIDH, EuromedRights, OMCT gibi uluslararası yapılara üye olduğunu, ulusal bazda İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) un kurucu örgütlerinden biri olduğunu, Uluslararası Af Örgütü ve FrontlineDefenders gibi kuruluşlarla işbirliği içerisinde olduğunu, Uluslararası Ceza Mahkemesi Koalisyonu, Mülteci Hakları Koordinasyonu gibi yapıların içinde bulunduğunu, 2008’den beri İHD başkanlığını yürüttüğünü, derneğin diğer eşbaşkanı Av.Eren Keskin ile birlikte sürekli barış hakkını savunduklarını, Türkiye’de yürüyen barış süreci çerçevesinde oluşturulan akil insanlar heyetinde bulunduğunu, 2012 yılında PKK tarafından alıkonan memur, asker ve polislerin teslim alınmaları sürecini Adalet Bakanlığı ile koordineli olarak yürüttüğünü, derneğin önceki başkanlarından Akın Birdal’ın silahlı saldırıya uğradığını, Muş Varto örneğinde olduğu gibi ağır ihlalleri raporladıklarını, bu durumun özellikle Genelkurmay Başkanlığı’nın dikkatini çektiğini, Nisan 2016’da Genelkurmay Başkanlığı’nın İçişleri Bakanlığı’na bir yazı göndererek İHD’yi ne denli tehdit olarak algıladığını ifade ettiğini, bunun üzerine 2017 yılında yaklaşık bir yıl süren kapsamlı bir denetimden geçtiklerini, bu çerçevede 2017 yılında Anayasal düzene karşı işlenen suçlar savcılığının bir soruşturma başlattığını, ancak bu soruşturmanın takipsizlik kararıyla sonuçlandığını, Ocak-Şubat 2020 tarihlerinde İçişleri Bakanlığı müfettişlerince ikinci bir denetimde incelendiklerini ve herhangi bir yasadışılık tespit edilmediğini, özellikle Ermeni Soykırımı konusunda yaptıkları basın açıklaması sonrası İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun derneği hedef aldığını, dernekte herhangi bir yasadışılık tespit edemeyince bu defa başkana yöneldiklerini, bu davanın hukuki değil siyasi saiklerle açıldığını, İHD’nin her türlü darbeye karşı olduğunu, 2015-2021 yılları arasında PKK’nin elinde tutulan asker ve polisleri teslim alabilmek için çaba gösterdiğini, 2021 yılında düzenlenen ve kamuoyunda Gara Operasyonu olarak bilinen operasyon sonucu örgütün elinde tutulan 12 kişinin öldürüldüğünü, bu duruma ilişkin soruşturma açılmasını talep ettikleri için İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yine İHD’yi hedef gösterdiğini, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’yla temas içinde olduklarını, o dönem açlık grevi sürdüren avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın durumlarıyla ilgili İçişleri Bakan Yardımcısıyla görüştüğünü ve Bakanın haberdar olduğunu, 2018 yılında açlık grevini sürdüren milletvekili Leyla Güven’in durumuyla ilgili olarak da benzer bir görüşme süreci izlendiğini, yetkililerle konuşmalarında ne söylüyorsa basında yer alan demeçlerinde de onları söylediğini, iddianamede yer bulan haberlerle ilgili de aynı sürecin yaşandığını, AGİT-ODIHR Kılavuz İlkelerinde, BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesinde faaliyetleri konusunda hükümler olduğunu ve tam bu doğrultuda faaliyet gösterdiklerini, beraatını talep ettiğini beyan etmiştir.

Mahkeme tarafından dosyada bulunan tapeler sorulduğunda, 1996’dan beri avukatlık yaptığını belirten Öztürk Türkdoğan, tapelerde bulunan görüşme kayıtlarında  hiçbir suç unsuru bulunmadığını, mesleki faaliyeti çerçevesindeki görüşmeleri olduğunu ifade etmiştir.

Mahkemece, 667 sayılı KHK doğrultusunda savunma yapması için yalnızca üç avukata söz verileceği belirtilerek, müdafilere söz verilmiştir. Müdafilerin CMK m.189 doğrultusunda aralarında bir işbölümü yaparak konuşma talepleri mahkeme tarafından reddedilmiştir. Mahkemenin bu uygulamasının savunma hakkına yönelen önemli bir sınırlama olduğu tespit edilmektedir.

Öztürk Türkdoğan’ın müdafileri savunmalarında özetle, 2017 yılında kamuoyunda Büyükada Davası olarak bilinen davayla başlayan süreçte insan hakları savunucularının dava yoluyla susturulmaya çalışıldığını, bu durumun BM İnsan Hakları Savunucuları Özel Raportörü’nün 2017 ziyareti sırasında da tespit edilerek yetkililere bu uygulamalardan vazgeçilmesinin tavsiye edildiğini, soruşturmaya 2019 yılında başlanmış olduğunu ve 12 kişi hakkında telefon dinleme kararı alındığını, bu doğrultuda 6 ay süreyle müvekkil Öztürk Türkdoğan’ın telefonlarının dinlendiğini, ancak neden o 6 ayın belirlendiğinin anlaşılamadığını, ANF haber sitesindeki Türkdoğan’a ait açıklamaların o 6 aya zamansal olarak oturmadığını, esasen ANF sitesine açıklamada bulunmanın da, açıklamaların içeriğinin de suç oluşturmadığını, tecrit kelimesinin suç kabul edilemeyeceğini, yapılan aramada Avrupa Konseyi raporlarında 8 kez, AİHM kararlarında da 44 kez tecrit sözcüğünün kullanıldığını, iddianamede lehte ya da aleyhte hiçbir delillendirmeye gidilmediğini, Türkdoğan’ın bilgisayarında bulunan fotoğrafların tümünün yasal dernek faaliyet çerçevesinde çekilmiş fotoğraflar olduğunu, açlık grevleri, hasta mahpuslar ve tecrit-izolasyon süreçlerine ilişkin çeşitli açıklamalar yapıldığını, bunların tümünün ifade özgürlüğü çerçevesinde ve hiçbir suça sebebiyet vermeyen barışçı açıklamalar olduğunu, aynı nitelikte bir başka soruşturmadan 2019 yılında sanık hakkında takipsizlik kararı verildiğini, bu davada masumiyet karinesinin adeta tersine çevrilerek sanığın suçsuzluğu kanıtlamak zorunda bırakıldığını, Terörle Mücadele Şubesi tarafından re’sen araştırma yapıldığını, ancak ilgili Anayasa Mahkemesi iptal kararı doğrultusunda TEM Şubelerin böyle bir yetkisi bulunmadığını, Taner Akçam/Türkiye AİHM kararında da belirtildiği üzere, ifade özgürlüğü sınırları içinde kalan açıklamaların hiçbir şekilde suç oluşturmayacağı belirtilerek beraat talep edilmiştir.

Mahkeme heyeti kısa bir görüşme arası sonrası verdiği ara kararında, Öztürk Türkdoğan’ın adli kontrol çerçevesinde yurtdışına çıkmasının yasaklanarak Cumhuriyet Savcılığı’na esas hakkındaki mütalaanın hazırlanması için süre verilmesine, duruşmanın 19 Nisan 2022 günü saat 14.00’de yapılmasına karar vermiştir.

19.04.2022 tarihli duruşma

19.04.2022 tarihinde saat 14.00’de Ankara 19.Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonunun önünde çeşitli insan hakları sivil toplum örgütleri, sendikalar, çeşitli ülkelerden diplomatlar ve basın mensuplarından oluşan yaklaşık altmış kişilik bir grubun duruşmayı izlemek için mahkemeye geldiği tespit edilmiştir. Duruşmanın başında sanığın ve avukatların duruşma salonunda bulundukları tespiti yapılarak duruşma savcısına tevsii tahkikat talebi olup olmadığı sorularak olmadığı cevabıyla birlikte esas hakkındaki mütalaasını açıklaması için söz verilmiştir.

Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasında özetle, Öztürk Türkdoğan’ın PKK terör örgütüne üye olduğu yönünde açık, anlaşılır ve somut bir delil bulunmadığı, örgüt faaliyetleri çerçevesinde sanığın iddianamedeki eylemlerinin yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik kriterlerini sağlamadığı, bu doğrultuda her ne kadar iddianamede aksi belirtilmiş olsa da sanığın beraat etmesi gerektiğini belirtmiştir.

Mahkemenin esas hakkındaki mütalaaya söyleyeceklerini sorması üzerine Öztürk Türkdoğan, mütalaaya katıldığını, bir insan hakları savunucusu olarak hareket ettiğini ve edeceğini, beraatini talep ettiğini belirtmiştir.

Esas hakkındaki savunmalar için müdafilere söz verildiğinde, Av. Kerem Altıparmak hem yazılı olarak hem de geçen celse sözlü savunmalarda bulunduklarını, tekrara girmeyeceklerini, mütalaaya iştirak ettiklerini, sanığın iradesini örgüte teslim ettiği yönünde hiçbir kanıta ulaşılamadığını, yine eylemlerin yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik kriterleri doğrultusunda değerlendirildiğinde suç unsuru bulunmadığını, Av. Emrah Şeyhanlıoğlu insan hakları savunucularının failin ya da mağdurun kimliğinden bağımsız olarak hareket ettiklerini, bu doğrultuda Öztürk Türkdoğan’ın hiçbir eyleminin suça sebebiyet vermediğini, adli kontrol kararının kaldırılması gerektiğini, Av. Yasemin Dora Şeker ise savcılığın esas hakkındaki mütalaasında yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması gerekçesiyle CMK m.223/2,e) bendinden beraat talep edildiğini, halbuki CMK m.223/2,a) bendi gereğince yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması gerekçesiyle beraat verilmesi gerektiğini dile getirmişlerdir.

Mahkeme heyeti karar için duruşmaya kısa bir ara verdikten sonra, Öztürk Türkdoğan hakkında adli kontrol kararının kaldırılarak CMK m.223/2, e) bendi gereğince yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması gerekçesiyle, istinaf kanun yolu açık olarak beraat kararı vermiştir. Karar salonda bulunanların alkışlarıyla karşılanmıştır.

Değerlendirme

Yapılan yargılamalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Türkiye’de insan hakları savunucularına yönelik yargısal yıldırma politikasının devamı niteliğinde görülen bu dava neticesinde verilen beraat kararı elbette sevindiricidir. Bununla birlikte, aslında hiç açılmaması gereken bir davayla karşı karşıya bulunulduğu göz önüne alındığında, durumun aslında insan hakları savunucularına yönelen bir susturma, tehdit ve vazgeçirme amacı taşıdığı değerlendirilmektedir.

Yargılamalarda savcının mahkemedeki heyetin yanında yer alan şekilsel pozisyonu ya da mahkeme başkanının özellikle savunma makamındaki avukatlarla iletişim kurma biçimi gibi genel ve sistematik aksaklıklar bir kenara bırakıldığında, tespit edilen en önemli usul hatası olarak savunma hakkının sadece üç avukata söz verilerek kısıtlanması olduğu söylenebilir. Bu durum, Olağanüstü Hal (OHAL)’in şekilsel olarak kaldırılmasının üzerinden yaklaşık dört yıl geçmişken hala uygulanıyor olmasıyla, aslında OHAL hukukunun halen çoğu hüküm ve sonuçlarıyla devam ettiği yönünde yorumlanmaktadır.

İnsan hakları savunucularına yönelen bu gibi davaların sayısındaki artış düşünüldüğünde, Öztürk Türkdoğan’ın beraati memnuniyetle karşılanmakla beraber, bu alanda daha katedilecek çok yol olduğuna da işaret etmektedir.19.04.2022

İHGD Dava İzlem Grubu