Üyemiz Av. Taner Kılıç’ın Gazete Duvar Röportajı

Üyemiz Av. Taner Kılıç Gazete Duvar’dan İrfan Aktan’a röportaj verdi 

 

5 Temmuz 2017’de tarihinde insan hakları savunucularına İstanbul-Büyükada’da yapılan operasyon sırasında siz “ByLock kullanma” iddiasıyla bir aydır hapisteydiniz. Bir kere tutuklanmanızdan sonra yapılan bir toplantı hakkındaki dosyaya neden dâhil edildiniz?

Şikago Yedilisi’nin Yargılanması filminde, olaylara dâhil olmadığı halde sonradan davaya monte edilen sekizinci kişi var. O sekizinci kişi, olaya kriminal bir boyut katılması için başka bir yerden getirilip dosyaya ekleniyor. Ben de Büyükada Davası’ndaki 10 kişiye bu nedenle dâhil edilen 11. kişi olarak görüyorum kendimi. Bunun hiçbir mantıklı veya hukuki nedeni yok. Fakat bir ay önce ByLock kullanma suçlamasıyla tutuklanmış biri olarak Büyükada dosyasına dâhil edilmem, hedef alınan insan hakları savunucularına dair şüpheleri artırmaya yönelik bir hamle gibi görünüyor.

Büyükada gözaltıları, 15 Temmuz darbe girişiminin birinci yıldönümüne on gün kala yapılmıştı ve iktidar medyası bu toplantıyı “dış güçlerin yeni planı” olarak lanse etmişti. Büyükada Davası’nı “büyük resimde” nereye koyuyorsunuz?

Güvenlik politikalarının yükseltilmesine ihtiyaç duyulduğunda bu tür söylemlere ağırlık verilir. Dediğiniz gibi, o dönem de 15 Temmuz’un birinci yıldönümüydü ve güvenlik paranoyası had safhadaydı. Dolayısıyla yerli ve yabancı insan hakları savunucularının olduğu bir toplantı da bu konsepte çok iyi oturuyordu. Hatta o dönem CHP’nin Adalet Yürüyüşü de vardı ve o yürüyüş de bu konsepte dâhil edildi. Sanki biz içeride ve dışarıda icra edilen bir komplonun ara figüranları olarak lanse edildik. Fakat maalesef bu süreci insanlar hep medya üzerinden okudu ve dava dosyasında ne olduğuna kimse bakmadı. Oysa medyada dolaşan ama dosyada hiçbir maddi gerekçesi olmayan çok sayıda husus vardı. İnsan hakları savunuculuğu belli bir saygınlığa ve itibara dayanırken, medya kampanyasıyla bu saygınlığı kırmaya, kriminalize etmeye yönelik karalama kampanyaları yapıldı.

Evet ama Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi kurucusu ve insan hakları savunucusu olarak ByLock kullanmakla ve Fethullahçıların “sivil toplum örgütlerini kullanarak faaliyet göstermeye” örnek gösterildiniz. Telefonunuzda ByLock var mıydı? Fethullahçı mısınız?

Birazdan somut kanıtlara dayanarak telefonumda hiçbir zaman ByLock olmadığını anlatacağım. Ayrıca hayatımın hiçbir döneminde Fethullahçı dediğiniz yapıyla bir alakam olmadı. Elbette eş, dost, hısım-akraba içinde bunlardan olmuştur ama herhangi bir Türk vatandaşı gibi. Fakat benim şahsi olarak bu yapı içinde bir varlığım olmadı. 1986 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdiğimden beri İzmir’de yaşıyorum. Öğrencilik yıllarımdan beri Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı bünyesinde kaldım. Vakfın İzmir şubesi başkan yardımcısıydım ve uzun süre yöneticiliğini, daha sonra avukatlığını yaptım. 28 Şubat sürecinde vakfa yönelik kapatma davasına bakan birkaç avukattan biriydim. Zehra Vakfı da, ByLock iddiasıyla gözaltına alındığımda bunu duyurdu zaten. Bütün hayatım Zehra Vakfı’nda başladı ve hâlen de devam ediyor. Başka sivil toplum kuruluşlarıyla da irtibatım oldu.

‘BİRKAÇ SAATE ÇIKACAĞINI DÜŞÜNDÜĞÜM GERÇEK 360 GÜN SONRA ORTAYA KONDU’

Bizim bildiğimiz Kürt Nurcuların oluşturduğu Med Zehra cemaati vardı. Zehra Vakfı’nın onlarla bir ilişkisi var mı?

Evet ama geçmişte birbirlerinden ayrılmış Risale-i Nur hareketleri bunlar.

Peki bu nedenle Fethullahçılıkla suçlanmış olabilir misiniz?

Aslında çok güzel bir noktaya geldik. Zehra Vakfı ile Fethullahçılık hareketinin yıldızlarının hiçbir zaman barışık olmadığı bilinir. 28 Şubat sürecinde vakfımızın da içinde bulunduğu çok sayıda yapının üzerine gidildi, 25’i aşkın vakıf kapatıldı ama Fethullahçı denen yapı bu süreçten güçlenerek çıktı. Hem fikren hem fiilen, yani icraatları itibariyle o yapıyla herhangi bir teşviki mesaimiz söz konusu olmadı. İslami cemaatleri takip eden insanlar da, akademisyenler de, istihbarat kurumları da, emniyet de, devlet de bu iki hareketin 1970’li yıllardan beri birlikte hareket etmediğini, fikren de ayrı kulvarlarda bulunduklarını bilir.Fethullahçılıkla alakanız olmadığı halde neden hedef alındınız? Davanıza bakıldığında başat üç suçlama var: ByLock kullanmak, Bank Asya’ya para yatırmak ve telefonunuzda Fethullah Gülen’e ait bir video kaydı bulunması…

6 Haziran 2017’nin sabahı evime polis geldiğinde hakkımdaki tek suçlama ByLock kullanmaktı. ByLock’u hayatımda hiç kullanmadığım için öğlene doğru evime döneceğimi düşünüyordum. Ben de birçok insan gibi ByLock’u 15 Temmuz’dan sonra duymuş ve “vay be, adamlara bak, ne biçim program yapmışlar” diye düşünmüştüm. Fakat bu suçlamayla gözaltına alındığımda, bu nedenle gözaltına alınan bir sürü insanın masum olduğuna inanmaya başladım. Neticede 6 Haziran sabahı, birkaç saat sonra ortaya çıkacağını düşündüğüm gerçek, tam 360 gün sonra, yani 1 Haziran 2018 tarihli Terörle Mücadele Birimi’ne bağlı Siber Suçlarla Mücadele raporunda ortaya kondu. O raporda telefonumda ByLock’a dair hiçbir şey bulunmadığı, telefonuma hiçbir zaman bu programın yüklenmediği, silinmediği kabul edildi.

‘BYLOCK KULLANMADIĞI HALDE HAPİS CEZASINA ÇARPTIRILMIŞ ONBİNLERCE KİŞİ VAR’

Peki telefonunuzun 6 günde 23 sinyalle ByLock sunucusuyla irtibat kurduğunuza dair iddia neye dayanıyordu?

Biz bu konuda İstanbul Adliyesi’nde Adli Bilirkişi olan ve daha önce de çok sayıda dijital kumpasları ortaya çıkaran Koray Peksayar’dan rapor aldık. Süreç içinde toplam dört ayrı bilirkişi raporu aldık. Bunlardan bir tanesi Uluslararası Af Örgütü’nün Londra’daki dünyaca ünlü bir dijital güvenlik firmasına ait rapor. Neticede telefonumda hiçbir zaman ByLock kurulmadığına, silinmediğine, telefonun fabrika ayarlarına döndürülmediğine dair defalarca rapor aldık. En son Siber Şube’den de böyle bir rapor geldi. Fakat ben hâlen bu suçlamadan kurtulamadım ve üç hâkimden biri beraat etmem gerektiğini söylediği halde 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldım. Maalesef ByLock kullanmadığı halde benim gibi hapis cezası almış onbinlerce kişi var. Ben hapisteyken bu konuda epey araştırma yaptım. Gerçekten böyle bir program var ve gizli haberleşme aracı olarak kullanılmış. Fakat bu programı gerçekten kullananların isimleri, kimlikleri deşifre edilmesin diye bu programın yan versiyonlarının geliştirildiğini ama aynı sunucuyu kullandıklarını öğrendik. Bilirkişinin aktardığına göre benim telefonumda bulunan “Namaz Vakitleri TR” ve “Kıble Pusulası” isimli iki programı kullandıkça, sanki ByLock kullanmışım gibi bir görüntü ortaya çıkmış. Buna benzer müzik, kelime, araba yarışı vs, gibi, sadece dindar değil, herhangi bir vatandaşın kullandığı pek çok program varmış.

Mahkemeler bunun farkında değil mi?

Aslında Yargıtay 2017 yılının başından beri bunun farkında olduğu için BTK veya savcılık tarafından sadece CGNat verisiyle ByLock’la suçlanmayı yeterli görmüyor. O yüzden ByLock kullanımının her türlü şüpheden uzak şekilde tespitini gerekli görüyor. Gerçek kullanıcılar için bu tespiti yapabiliyorlar zaten. Dolayısıyla Yargıtay, ByLock’tan cezayı onamak için bu tespitin yapıldığı tutanağı gerekli görüyor.

O halde hakkınızda verilen 6 yıl 3 aylık cezanın Yargıtay’dan dönme ihtimali yüksek mi?

Yargıtay’ın mevcut uygulamasına göre yüzde yüz! Üstelik bir ay kadar önce AİHM’den çıkan bir karara göre kişi ByLock kullansa bile bu örgüt üyeliğine kesin delil sayılamaz. AİHM, bu programın nasıl ve ne için kullanıldığına bakılması gerektiğine hükmetti. Yargıtay ise içeriğine bakmadan, gerçek kullanıcı olup olmadığına bakıyor.

‘KENDİMİ JOSEF K. GİBİ HİSSEDİYORUM’

Peki Bank Asya’ya para yatırdığınıza dair iddiaya ne oldu?

Bu husus ilk başlarda iddianamede vardı ama çok fasarya olduğu için, mahkumiyet kararımda buna atıf bile yok.

Telefonunuzda bulunan, Fethullah Gülen’e ait videoya gelince…

Bu konuda da bilirkişi incelemesi yaptırdık ve bu videonun Gülen’in uzun bir konuşmasından 41 saniyelik bir bölüm olduğunu ve oluşturulduktan iki gün, 15 Temmuz’dan da bir ay sonra bana WhatsApp üzerinden geldiğini tespit ettirdik. Kanaatimce bu da Gülen’in konuşmalarında nasıl ahlak dışına çıktığını göstermek üzere, aleyhinde hazırlanmış bir video. Bilirkişi raporuna göre bana gece yarısı gelmiş, ilk 11 saniyesine bakmışım ve öyle kalmış, kimseye de göndermemişim. Doğrusu o videoyu hatırlamıyorum bile. Ama WhatsApp adresimize gelen her görüntü sonuçta telefonun belleğinde kalıyor. Telefonumda buluna buluna bu bulunmuş. Ayrıca mesajı alan edilgen pozisyondadır ve suçlanamaz. Aksi halde herkes hasmına suç içerikli mesaj atıp onların mahkumiyetine neden olabilir. Mahkumiyetime gerekçe gösterilen üçüncü suçlama ise, savcılığın sonradan dosyaya eklediği Af Örgütü’ne ait üç basın açıklaması metni. Oysa o basın açıklamaları benim bilgisayarımda çıkmadığı gibi, bunlara yönelik hiçbir zaman dava veya soruşturma da açılmamıştı. Ama Af Örgütü’nün bu açıklamaları da benim “FETÖ üyesi” olduğuma dair delil olarak gösterildi.

’12 EYLÜL DİYARBAKIR CEZAEVİ’NDE EKİLEN RÜZGARLA NASIL BİR FIRTINA BİÇİLDİYSE…’

Hepsi çürütülmüş bu iddialara rağmen neden mahkûm edildiğinizi düşünüyorsunuz?

6 Haziran sabahı polisler tarafından evimden alınıp götürülmemi ve sonraki süreci Kafka’nın Dava romanına benzetiyorum. Dava’nın kahramanı Josef K. bir iddialar sarmalına sokulur ve oradan bir türlü çıkamaz. Ben de kendimi Josef K. gibi hissediyorum. Hiç kullanmadığım bir programı kullanmış olmakla suçlanıyorum, bunu kullanmadığımı kanıtlıyorum, ama yine de sarmaldan çıkamıyorum. Bu arada, bilirkişinin raporuna göre telefonumun son kullanılma zamanı gözaltına alındığım gün saat 16:45. Oysa polis sabah saat 6:30 gibi telefonumu benden aldı ve delil torbasına koydu, mühürledi! Avukatlarım ve ben olmadan telefonum delil poşetinden çıkarılmış, açılmış, incelenmiş. Yani daha nezarette olduğum sırada ByLock kullanmadığım anlaşılmış olmasına rağmen bu gerçek ancak 360 gün sonra kabul edildi. 14,5 ay hapis yatmam kendilerince sağlandı. Ardından da 6 yıl 3 ay ceza verildi.

Hapishanelerde özellikle Fethullahçılık davasından tutuklu olanlara ilave baskılar yapıldığı söyleniyor. Sizin hapishanedeki koşullarınız, gözlemleriniz neler?

Çok ilginç, ilk kez biri bana “cezaevinde neler yaşadın” diye soruyor. Oysa bugünkü Türkiye’yi anlamak için cezaevlerinde neler olduğunu da çok iyi bilmek gerekiyor. Çünkü önümüzdeki on yılları etkileyecek bir zamanı yaşıyoruz. Ben tutukluyken tahliye aldım ve hapisten çıkarılmadan tekrar tutuklandım. Dolayısıyla aynı kampüs içinde farklı bir cezaevine geçtim ve toplamda 3 ayrı koğuşta kalıp toplamda 130 mahpus tanıdım. Son 45 günümde de kendi isteğimle, koğuştaki bazı saçmalıklara daha fazla dayanamadığım için tek kişilik hücrede kaldım.

‘SANKİ TÜRKİYE YARGISINA GÜVENİLMEYECEĞİ ÖZELLİKLE GÖSTERİLMEK İSTENİYOR’

Neden?

8 kişi için yapılmış bir koğuşta 25 kişi kalıyorduk. Benden çok önce tutuklanmış, çok ağır cezalar almış, psikolojisi bozulmuş, sinir hastası haline gelmiş insanlar vardı. Ayrıca ben içeri girdiğimde Zehra Vakfı aidiyetimi anlattığım için kendilerinden olmadığımı biliyorlar ve ona göre davranıyorlardı. Sonuçta bir noktadan sonra artık koğuşta kalamaz hale geldim. Cezaevlerindeki koşullar 12 Eylül’deki gibi değil ama kadın, yaşlı, çocuk mahpusların durumu apayrı. İlk başlarda gardiyanlar mahpusları depoda mal sayar gibi sayardı. Ancak bir yıl sonra insanca bir selam vermeleri söz konusu oldu. Avukat, aile ve telefon görüşmeleri adli mahkumlara göre son derece kısıtlıydı. Mevzuatta 1 saat olan aile görüşmeleri ilk başlarda neredeyse 5 dakikaya kadar indirilmişti. Açıkçası orada tanık olduklarım, insanlardan duyduklarım, bugün yapılanların etkisinin uzun yıllar devam edeceği yönünde.

Nasıl yani?

Kürt meselesinde, 12 Eylül Diyarbakır Cezaevi’nde ekilen rüzgârla nasıl ki fırtına biçildiyse, bu dönemdeki yaşananların da geleceğe etkisi olacağını düşünüyorum.

Hem hukukçu hem insan hakları savunucusu ve bu dönemin mağduru olarak, mevcut yargının adalet dağıtacak bir yapıya kavuşturulabileceğini düşünüyor musunuz?

Maalesef bu konuda iyimser değilim. Ama İstiklâl Mahkemeleri’nde, Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde, DGM’lerde ve bugün, siyasi yargılamaların hiçbir zaman adil yapılmadığını biliyoruz. Yeni yargı yılında dua değil, hatim de indirseniz adil yargı olmaz. Uluslararası kuruluşların bağımsız yargı, adil yargılama, bağımsız karar verme konularında hazırladıkları indekslere, AİHM’deki yargı kararlarının nicelik ve niteliğine bakıldığında, bırakın bizleri, Adalet Bakanı bile iyi durumda olduğumuzu söyleyemiyor. 28 yıllık avukatım ve insan hakları savunucusuyum. Belki çok fazla siyasi davalar içinde olmadım, çünkü daha çok mülteci hukukunda çalıştım. Ama sırf kendi davamdan, tezgâhın öbür tarafından bakınca durumun vahametini görüyorum. Az önce size davamı, delil durumunu ve sonucu anlattım. Daha ilk günden iddianamenin bile kabul edilmemesi gerekirken hapis cezasına çarptırılmak, böylesi bir suçlamadan kurtulamamak, maalesef genel işleyişe genellenebilir bir örnek.

‘BİZE YAPILANLAR NEDENİYLE PEK ÇOK ÜLKE, VATANDAŞLARINA ‘HAKSIZ YERE TUTUKLANABİLİRSİNİZ’ DİYEREK TÜRKİYE’YE GİTMEME ÇAĞRISI YAPTI’

İnsan hakları savunucularına yapılan uygulamalar, dış dünyada Türkiye’ye yönelik algıyı nasıl etkiliyor?

Bir kere bize yapılan uygulamalar nedeniyle pek çok ülke kendi vatandaşları olan insan hakları savunucularına “haksız yere tutuklanabilirsiniz” diyerek Türkiye’ye gitmeme çağrısı yaptı. Bu nedenle turistler bile buraya gelmeye korktu. Ülkeyi bu noktaya getirecek uygulamalar nasıl bir stratejinin, planın parçası, kim bunları hazırlıyor, bilemiyorum. Ama ortaya çıkan görüntü, sanki Türkiye yargısına güvenilemeyeceğinin özellikle gösterilmek istendiği yönünde.

Af Örgütü Türkiye Şubesi başkanı olmasaydınız, bunlar yine başınıza gelir miydi?

Bilemiyorum ama benim gibi tutuklanan pek çok insanın ByLock kullanmadığı tespit edildi ve beraat ettirildi.

Af Örgütü bu süreçte size sahip çıktı mı?

Uluslararası Af Örgütü, bir şube başkanına nasıl sahip çıkılması gerekiyorsa, o şekilde sahip çıktı. Uluslararası Af Örgütü 1961 yılından beri var ve tarihinde ilk kez hem başkanı hem de direktörünün tutuklandığı bir ülke olduk. Japonya’dan Kanada’ya, Gana’dan İsveç’e kadar Af Örgütü’nün üyeleri, aktivistleri, destekçileri benim için yağmurda, çamurda, yaz-kış sürekli eylem yaptılar. Cezaevine o kadar kart gönderdiler ki, çıktığımda neredeyse kamyonet kiralamam gerekecekti. O dayanışma bana büyük moral verdi.

Yargıtay hapis cezanızı onarsa ne olacak?

İnsan hakları savunucularının başına dünyanın her yerinde bir şeyler gelir. Hayatımda insan hakları savunuculuğundan dolayı yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Bedeli neyse ödedik, ödüyoruz ve ödeyeceğiz. Çünkü hiçbir zaman yanlış yaptığımı düşünmüyorum. Yargılandığım süreç boyunca yaptığım savunmamda bir tek yalan bulunamaz. Bütün yaşamım şeffaftır. Dediğim gibi, öğrenciliğimden itibaren Zehra Vakfı’nda, 28 Şubat döneminde Mazlum-Der’de yöneticilik yaptım. Uluslararası Af Örgütü’nün ilk kuruluş çalışmalarında yer aldım, kurucularından oldum ve öyle de devam ettim. Keza Mülteci-Der’in kurucuları arasında yer aldım ve ilk üç dönem başkanlığını yaptım. Bütün hayatım bu kuruluşlarda geçti ve bu kuruluşların hiçbir zaman FETÖ denen yapıyla fikirsel veya fiziksel bir ilişkisi olmadı. Alnım açık, şimdiye kadar ne yaptıysam arkasındayım. Yargıtay’ın mevcut uygulamasana göre kararımın yüzde yüz bozulması gerekiyor ama ola ki bir el dokundu ve cezam onandı. O zaman hemen cezaevine gireceğim ve çıktığımda da artık avukatlık mesleğimi yapamayacağım. Buysa bedel, bunu da ödemeye hazırım. Bunca delile rağmen hâlâ Fethullahçılıktan cezalandırılırsam, bu benim değil, yargı sisteminin ayıbı olacaktır.