Orhan Kemal Cengiz
10 Aralık 2019
Türkiye gibi ülkelerde insan haklarını savunmak, Yunan mitolojisindeki Sisifos’un o devâsâ kayayı bıkıp usanmadan dağın tepesine taşıması gibidir.
En yukarı çıktığını zannettiğiniz anda, o kaya yuvarlanır, her şey başladığı yere geri döner.
Neredeyse yüz küsur senedir Türkiye’de hep böyle olmadı mı?
Meşrutiyet geldi, özgürlük geldi diye sevinen Ermeniler, sadece yedi sekiz yıl sonra korkunç katliamların kurbanları olmadılar mı?
Tek partinin ceberutluğundan kurutulduklarını düşünenler, Demokrat Partinin baskıcılığına, o baskıcılıktan kaçtıklarını düşünenler darbecilerin ceberutluğuna teslim olmadılar mı?
Darbeler, katliamlar, cinayetler, işkenceler, zulümler hep birbirini izledi…
Her seferinde küçük küçük özgürlük düşleri görüldü. Bu düşleri kabuslar izledi…
Askerî vesayeti ortadan kaldırıp, herkese özgürlük getireceğini söyleyen AKP’nin Türkiye’sine bakın…
Bugün Türkiye’yi, sürekli bir olağanüstü hâl rejimiyle yönetiyorlar.
Türkiye’nin taraf olduğu bütün uluslararası sözleşmeler fiilen askıda…
Eğer öyle olmasa, insanları, 12 gün gözaltında tutabilirler mi?
Türkiye gözaltı süreleri konusunda AİHM’de mütemadiyen mahkûm olduğu için gözaltı süresi dört güne indirilmedi mi?
AİHM’nin içtihatları mı değişti?
Dört günü aşan gözaltılar, mahkûmiyet sebebi değil mi?
Siz, insanları 12 güne kadar gözaltına tutmaya imkan verecek yasal düzenlemeler getirdiğinize, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni fiilen askıya almış olmuyor musunuz?
Neden kısaltmıştınız gözaltı sürelerini? Neden şimdi yine en başa döndük?
Bu hiç bitmeyen olağanüstü halin içinde, yargı reformlarından söz etmek insanların zekâlarıyla alay etmekten başka nedir ki?
Siz değil miydiniz, beyaz Torosları ortadan kaldıracağınızı söyleyen?
Güpegündüz, başkentin ortasında insanlar kaçırılıyor, aylar sonra, iskelete dönmüş, sararmış solmuş halde ve dehşetli bir korku içinde bir anda Terörle Mücadelede peyda oluyorlar.
İşkence, gerçekten bir dönem sistematik olmaktan çıkmıştı. AKP hükümeti yapmıştı bunu.
Ama şimdi, yeniden ülkenin dört bir yanından işkence haberleri geliyor.
Geçen gün, yabancı bir siyasetçi beni ziyaret etti.
“Twitter, facebook serbest değil mi, Orhan bey” diye sordu.
Soru karşısında gülümsedim.
Dedim ki, üniversite yıllarında bir arkadaşım şaka yapardı: “Ben eleştireye açığım” derdi, ama sonra yüzünde hınzır bir gülümsemeyle, “beni eleştirenlerin de dayağa açık olması gerekir” diye eklerdi.
Twitter da bu şekilde özgür işte…
Suriye operasyonunu eleştirdiğinde veya bilemediğiniz başka bir şekilde bir mayına bastığınızda, sabahın köründe polis kapınıza dayanıyor…
Aslında, neyin ne olduğunu herkes biliyor bir biçimde.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi ve MetroPOLL bir anket düzenlemiş, 28 ilde, 2 bin 651 kişiye insan haklarıyla ilgili sorular sormuşlar.
Ankete katılanların yüzde 82,1’i Türkiye’de temel hakların ihlal edildiğini düşündüğünü söylemiş.
İnsanları tahliye edip, hemen arkasından yeniden tutuklamak gibi adetler ortaya çıkardılar…
Türkiye, önceki yıllarda işkence ve insanlıkdışı muamele yasağı konusunda AİHM’e epey yeni bölümler yazdırmıştı.
Mesela, köy yakma vakalarında, insanların evlerinin yanmasını izlemek zorunda bırakılmasını insanlık dışı ve onur kırıcı bulmuştu AİHM.
Yeni Türkiye, bu konuda AİHM’e yeni içtihatlar yazdırmaya aday görünüyor.
Mesela, bir gün önce serbest bırakılıp, bir gün sonra, dosyaya yeni hiçbir delil girmemesine rağmen insanların tekrar tutuklanması, insanlık dışı ve onur kırıcı bir muamele olarak nitelenebilir.
İnsan hakları savunucuları Sisifos gibi, hep geriye düşen bir kayayı, dağın tepesine çıkarmaya çalışıyorlar…
Onlar da, soruşturmalar, gözaltılar ve hapis cezalarıyla yıldırılmaya çalışılıyor.
Bütün yaşamı boyunca, insan hakları mücadelesini, onurla, haysiyetle, yılmaz bir kararlılıkla sürdüren Tahir Elçi kalleş bir kurşunla vurulmuş, Dört Ayaklı Minarenin ayakları önünde yatıyor.
Faili meçhullerin, kimsesizlerin, tarifi zor zulümlere uğramışların haklarını savunan Tahir’in cinayetini de bir faili meçhule dönüştürmeye çalışıyorlar.
Bir 10 Aralık gününü daha, insan hakları adına korkunç bir tabloyla karşılıyoruz.
İnsan hakları Evrensel Beyannamesinin kabul edilmesini kutlayacağımız bir gün, insan hakları adına ağıtların yakılacağı bir güne dönüşüyor.
Bir inip, bir çıktığımız bu özgürlük yolunda yine diplerde bir yerlerdeyiz.
Sevinince, ardından mutlaka kötü bir şeylerin olacağından korkan çocuklar gibiyiz.
Hiçbir zaman hukuk devleti olamadığımız için, bütün sevinçlerin, bütün iyi giden şeylerin devlet tarafından bir kalemde ortadan kaldırılabileceğini biliyoruz.
Talat Paşa’nın, ilk önce oturup kağıt oynadığı, sonra öperek uğurladığı Krikor Zohrab’ın taşlarla kafasının ezildiği gün, insan hakları da o kanlı taşların altında kaldı.
İnsan hakları savunucuları o kanlı taşları taşıyıp, bu toprakların dışına atmaya çalışıyorlar.
Ama taşlar dönüp dönüp geriye düşüyor…
Bu makus talihin yenildiğini gördüğümüz 10 Aralıklarımız olsun.
İnsan hakları gününüz kutlu olsun.
http://www.platform24.org/yazarlar/4115/10-aralik–sisifos-un-kayasi–talat-pasa-nin-opucugu