EVRENSEL PERİYODİK İNCELEME
ÜÇÜNCÜ DÖNGÜ – TÜRKİYE
İnsan Hakları Gündemi Derneği Görüşleri, İzmir, Türkiye
Türkiye’nin Uluslararası Sözleşmeler Karşısındaki Tutumu
Türkiye Cumhuriyeti, insan hakları hukuku ve insancıl hukuk alanında gerek evrensel gerekse bölgesel kapsamlı sözleşme ve protokollerin birçoğuna taraf durumdadır. Tespit edilebilen 94 insan haklarına ilişkin sözleşme ve protokolden 70 tanesine taraf olan Türkiye Cumhuriyeti, bunlardan 17 adedine çekince koymuş, taraf olmadığı sözleşmelerden 9 adedini imzalamış ancak henüz onaylamamış durumdadır1.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) kuran Roma Statüsü, Türkiye’nin taraf olmadığı sözleşmelerden biridir. 2004 Anayasa değişikliği ile Anayasasının 38.maddesinde UCM’ye yer veren Türkiye, Roma Statüsü’ne taraf olmayarak bu konuda dünyada yegane yere sahip olmuştur. Türkiye, Roma Statüsü’ne taraf olmalı, mahkemenin gücünü artırmak konusunda Suç Unsurları, Usul ve Delil Kuralları ile Ayrıcalıklar ve Bağışıklıklar Belgesini imzalamalı ve onaylamalıdır. Bu doğrultuda TCK’daki insanlığa karşı suçlar suçlar maddesi yeniden gözden geçirilmeli, savaş suçları ve saldırı suçu konusunda da iç hukukta düzenleme yapılmalıdır. Savaş suçları konusunda 1949 Cenevre Sözleşmeleri’ne Ek I, II ve III nolu Protokollerin onaylanması ise bir zorunluluktur.
Türkiye’nin taraf olduğu sözleşme ve protokoller bakımından koyduğu beyan ve çekinceler de dikkat çekmektedir. İnsan Hakları Gündemi Derneği, medeni bir devlet olmanın sorumluluğunda olan Türkiye Cumhuriyeti’nden tüm insan hakları sözleşmelerine taraf olmasını ve bu sözleşmelere Sözleşmenin konu ve amacına aykırı olacak şekilde koyduğu beyan ve çekinceleri kaldırmasını talep eder.
Başta Her Biçimiyle Irksal Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Uluslararası Sözleşmesi (IAOKS) (ICERD) olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu kimi insan hakları sözleşme ve protokollerine konulan beyan bir çekince niteliğindedir ve kaldırılmalıdır2.
Başta Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (MSHS) (ICCPR) olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu kimi insan hakları sözleşme ve protokollerine konulan çekince3, BM İnsan Hakları Komitesi’nin 23 No’lu Genel Yorumu doğrultusunda kaldırılmalıdır4.
Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ESKHS) (ICESCR)’ne taraf olan Türkiye, Sözleşme’nin 13. maddesinin 3 .ve 4. paragraflarının, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3., 14. ve 42. maddelerindeki hükümler çerçevesinde uygulanacağına ilişkin bir adet çekince koymuştur. Sözleşme’nin çekince konulan paragrafları velilerin çocuklarına kendi inançlarına uygun dinsel ve ahlaki verme serbestisine ve eğitim kurumları kurma özgürlüklerine ilişkindir. Dinsel özgürlüklerin önünde bir engel teşkil eden bu çekince kaldırılmalıdır. Ayrıca bireysel başvuruya ilişkin ek protokole de taraf olunmalıdır (OP-ICESCR).
İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık dışı ya da Aşağılayıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme’ye Ek Protokol (İKS) (OP-CAT) uyarınca formel değil, işlevsel bir ulusal önleme mekanizması devreye sokulmalıdır. TİHK ve ardılı TİHEK, Paris Prensipleri ile uyumlu olmadığından, birbirini tekrar eden yeni ve çağdaş bir yapı kurulmalıdır.
Türkiye, Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) (CRC)’nin 17, 29 ve 30. maddelerini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Lozan Barış Andlaşması hükümlerine ve ruhuna uygun olarak yorumlama hakkını saklı tuttuğunu belirten bir çekince koymuştur. Bu çekinceler kaldırılmalıdır.
Çocuk Hakları Sözleşmesinin, Çocukların Silahlı Çatışmalarda Yer Alması Hakkında Seçmeli Protokolü (Silahlı Çatışmada Çocuk Protokolü) (OP-CRC-AC)’ne taraf olan Türkiye, Protokol’ün hükümlerini yalnızca tanıdığı ve diplomatik ilişki kurduğu devletlere karşı uygulayacağını beyan etmiştir. İkinci beyanda zorunlu askerlik hizmetinde asgari yaş ve askeri liselerin öğrencilerinin durumu gibi hususlar değerlendirilmiş ve bunların Protokol hükümlerine uygun olduğu beyan edilmiştir. Son beyanda ise, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 29. maddesine yönelik çekincenin tüm geçerliliğini koruduğu ifade edilmiştir. Her üç beyan da kaldırılmalıdır.
Çocuk Hakları Sözleşmesinin, Çocukların Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi Hakkında Seçmeli Protokolü (Çocuk Satışı Protokolü) (OP-CRC-SC)’nü onaylayan Türkiye, Protokol’ün hükümlerini yalnızca tanıdığı ve diplomatik ilişki kurduğu taraf devletlere karşı uygulayacağını beyan etmiştir. Bu beyan bir çekince niteliğindedir ve kaldırılmalıdır.
Çocuk Hakları Sözleşmesinin, Muhaberat Usulü Hakkında Seçmeli Protokolü (ÇHS Muhaberat Usulü Protokolü) (OP-CRC-IC)’ne taraf olan Türkiye, ilgili sözleşme ve protokollere koyduğu beyan ve çekincelerin bu protokol bakımından da geçerli olduğunu beyan etmektedir. Bu çekince ve beyanlar kaldırılmalıdır.
Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme (Göçmen İsçiler Sözleşmesi) (ICRMW), Türkiye tarafından onaylanmıştır. Türkiye, Sözleşmeyi onaylarken, yabancıların Türkiye’de taşınmaz mal edinmeleri hakkında kanunlarda öngörülen sınırlamaların geçerliliğini koruyacağını, 45. maddenin 2., 3. ve 4. fıkralarının Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Kanunları uyarınca uygulanacağını, 46. maddenin ulusal gümrük mevzuatı hükümleri uyarınca uygulanacağını, Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunması Komitesi’nin yetkisinin ileri bir zamanda tanınacağını ve göçmen işçilerin ve aile fertlerinin istihdam edildikleri devlette sendika kurma hakları Türkiye yasaları açısından geçerli olamayacağından bu maddeye çekince koyduğunu beyan etmiştir. Türkiye’nin çekinceleri kaldırılmalıdır.
Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme ve Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü (Mülteci Protokolü) (1967 Protocol to the 1951 Refugees Convention) bakımdan Türkiye, coğrafi çekincesini muhafaza eden tek ülke konumundadır. Türkiye, ülkenin doğusundan gelen mülteci ve sığınmacılar bakımından koyduğu bu çekincesini kaldırmalıdır, zira söz konusu beyanlar sözleşmenin konu ve amacına açıkça aykırıdır.
Türkiye’nin, Herkesin Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Korunması Uluslararası Sözleşmesi’ne (ICPPED) taraf olması gereklidir.
TAVSİYELER:
– Türkiye ivedilikle Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’ne; Statüye ekli Suç Unsurları, Usul ve Delil Kuralları ile Ayrıcalıklar ve Bağışıklıklar Belgelerine taraf olmalıdır.
– Türkiye, 1949 Cenevre Sözleşmeleri’ne Ek I, II ve III nolu Protokolleri onaylamalıdır.
– Başta Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (MSHS) (ICCPR) olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu kimi insan hakları sözleşme ve protokollerine konulan çekince, BM İnsan Hakları Komitesi’nin 23 No’lu Genel Yorumu doğrultusunda kaldırılmalıdır.
– Başta Her Biçimiyle Irksal Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Uluslararası Sözleşmesi (IAOKS) (ICERD)olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu kimi insan hakları sözleşme ve protokollerine konulan beyan bir çekince niteliğindedir ve kaldırılmalıdır; Türkiye uluslararası sözleşmelerin konu ve amacına aykırı olacak şekilde beyan ve çekinceler koyarak sözleşmelerin ruhunu bozmamalıdır.
– Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ESKHS) (ICESCR)’ne konan çekince kaldırılmalı, bireysel başvuruya ilişkin ek protokole de taraf olunmalıdır (OP-ICESCR).
– Türkiye’de İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık dışı ya da Aşağılayıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme’ye Ek Protokol (İKS) (OP-CAT) uyarınca formel değil, işlevsel bir ulusal önleme mekanizması devreye sokulmalıdır.
– Türkiye, Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) (CRC), (Silahlı Çatışmada Çocuk Protokolü) (OP-CRC-AC), (Çocuk Satışı Protokolü) (OP-CRC-SC) ve (ÇHS Muhaberat Usulü Protokolü) (OP-CRC-IC)’ne koyduğu çekince ve beyanlar kaldırılmalıdır.
– Türkiye, Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme (Göçmen İsçiler Sözleşmesi) (ICRMW)’ne koyduğu çekinceleri kaldırmalıdır.
– Türkiye, 1967 Mülteci Protokolü (1967 Protocol to the 1951 Refugees Convention)’ne koyduğu coğrafi beyanı kaldırmalıdır.
– Türkiye, Herkesin Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Korunması Uluslararası Sözleşmesi’ne (ICPPED) taraf olmalıdır.
İnsan Hakları Savunucularının Korunması
05.07.2017 tarihinde İstanbul Büyükada’daki bir insan hakları atölye çalışması sırasında 10 insan hakları savunucusu İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekipleri tarafından gözaltına alınmış, tümü 13 gün gözaltında kaldıktan sonra çıkarıldıkları Sulh Ceza Hâkimliği tarafından haklarında hiçbir delil olmamasına ve CMK’daki tutuklama sebepleri bulunmamasına rağmen, içlerinden altısı tutuklanarak cezaevine gönderilmiş ve 100 günlük tutukluluktan sonra çıkarıldıkları mahkemede ilk celsede serbest bırakılmışlardır. Kamuoyunda Büyükada Davası – İstanbul 10 olarak bilinen bu dava hala devam etmektedir. Toplam 113 gün özgürlüklerinden yoksun kalan 6 insan hakları savunucusundan ikisi, İHGD’nin yönetim kurulu üyeleri Dr.Günal Kurşun ve Bay Veli Acu’dur.
İHGD kurucu başkanı ve üyesi Av.Orhan Kemal Cengiz, insan hakları avukatlığı faaliyeti nedeniyle üç ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanmış ve beraat etmiştir.
İHGD Diyarbakır temsilcisi ve Diyarbakır Barosu Başkanı Av.Tahir Elçi, Diyarbakır’da bir basın açıklaması sırasında öldürülmüş ve geçen yaklaşık dört yılın ardından ceza soruşturması hala tamamlanmamıştır.
Yalnızca örnek olarak verilen bu davaların yanı sıra, başta İHD, TİHV, UAÖ ve diğer insan hakları örgütleri ve üyeleri, kapatmalar, haksız gözaltı ve tutuklamaklar ile hukuka aykırı arama ve el koymalarla mücadele etmektedir. LGBTİ+, kadın, çocuk ve engelli hakları çalışan derneklerin faaliyetleri yasaklanmakta ve üye ve çalışanları tehdit altında tutulmaktadır. Türkiye, insan hakları savunucularına yönelen bu tacizkâr tavrına son vermeli ve insan hakları savunucularının asli işlerine hukuka aykırı yöntemlerle engel olmaktan vazgeçmelidir.
TAVSİYELER:
– Türkiye, insan hakları savunucularını hedef alan keyfi gözaltı ve tutuklamalara son vermeli, hak savunucularını hukuk dışı yöntemlerle rahatsız etmekten vazgeçmelidir.
-Türkiye, İnsan hakları savunucularının çalışmalarını tanımak ve korumak için Uluslararası İnsan Hakları Savunucuları Bildirgesi’ne tam güç ve etki veren özel politikalar geliştirmeli ve yasalar çıkarmalıdır.
– Türkiye, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nu sivil toplumla işbirliği içinde gözden geçirilmeli, insan hakları savunucularının, akademisyenlerin, gazetecilerin, avukatların meşru faaliyetlerini suç haline getirmekten kaçınmalı ve bu faaliyetleri ve hakları kısıtlayan tüm yasa ve politikaları yürürlükten kaldırmalıdır.
– Türkiye, terör veya organize suçla ilgili davalardaki avukatların korkutulmamasını, taciz edilmemesini veya uygunsuz müdahaleye maruz kalmamasını sağlamalıdır.
– Türkiye, insan hakları savunucularının, akademisyenlerin ve gazetecilerin, soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalmaktan korkmadan mesleklerini sürdürmelerini sağlamalıdır. Ayrıca, haksız yere cezai kovuşturma ve hapis cezasına çarptırılanlara tazminat hakkı sağlanmalıdır.
– Türkiye, insan hakları savunucularına yönelen tüm fiili, yazılı ve sözlü saldırıların soruşturulmasını ve kovuşturulmasını garanti etmelidir.
– Türkiye, barışçıl toplanma ve örgütlenme özgürlüğü haklarını kullandığı için kimsenin cezalandırılmamasını ve bu hakkın polis saldırıları korkusu olmadan özgürce uygulanmasını sağlamalıdır.
– Türkiye, internet kullanımıyla ilgili tüm kısıtlamaları kaldırmalıdır.
Cezasızlıkla Mücadele
İnsan haklarının kullanımı ile cezasızlık olgusu arasında sıkı bir ilişki olup, hak kullanımı ancak bu hakkı ihlal edenlerin hukuk çerçevesinde etkili soruşturulup, adil yargılanma sonucu cezalandırılması ile mümkündür.
Cezasızlık kavramı AİHM tarafından ilk defa Yaşa/Türkiye kararında; doksanlı yıllarda Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı bölgedeki ağır yaşam hakkı ihlalleri karşısında devletin etkin soruşturma yapma yükümlülüğüne gönderme yaparak kullanmış ve failler hakkında etkili soruşturmanın yapılmaması halinde bunun bölgede cezasızlık ve güvenlik iklimini daha alevlendirerek bir kısır döngü yaratacağı tespiti yapılmıştır.
T.C.K’nun 1. Maddesiyle5; devlete kişi hak ve özgürlüklerini koruma görevi verilirken, bu amacın gerçekleşmesi için de hak ihlalini yapan faillerin cezalandırılması yetkisine sahip kılınmıştır. Yani devletin asli görevi insan hak ve özgürlüklerini korumaktır. Hakkın ihlali cezalandırılmazsa hak kullanılamaz hale gelir.
Türkiye’de eskiden beri devam ede gelen bir cezasızlık olgusu mevcuttur. Doksanlı yıllarda yaşanan zorla kaybetme vakaları, faili meçhul cinayetler ve faillerin yargılanmaması hali bir cezasızlık olgusunu gündeme getirmiştir.
Maalesef son dönemde de devam eden zorla kaybetme vakaları ve cezasızlıkla sonuçlanan yargılama pratiği, cezasızlık olgusunun nasıl kurumsallaştığını ve bu konuda etkin bir mücadele yürütülmezse insan hakkı ihlallerinde nasıl ciddi bir artış olacağını göstermektedir.
Cezasızlığın bir politika haline gelmesindeki aktörlerin sayısı birden fazladır ve tüm bu aktörlerin siyasi tutumu cezasızlığın bir politika haline gelmesinde aktif rol oynamaktadır.
Cezasızlık olgusunu görünür hale getiren son dönem vakıalardan biri de Gezi davası ve Gezi protestolarında barışçıl toplantı ve gösteri hakkını kullanırken yaşamını yetiren kişilerin faillerinin yargılanması davalarıdır.
Ülkemizde son dönemde kitlesel bir direniş hareketi olarak kamuoyu vicdanında yerini bulmuş Gezi hareketi dava konusu edilmiş ve anayasal hakkını kullanan insanlar hakkında çok ağır ceza talepleri ile kovuşturmalar açılmış olmasına rağmen, bu olaylar sırasında bir insanın ölümüne neden olan güvenlik gücü (Polis) hakkında yapılan yargılama sonunda verilen kararla dava cezasızlıkla sonuçlanmıştır.
Ethem Sarısülük, Gezi protestoları sırasında 12.06.2013 tarihinde Ankara’da polisin kullanmış olduğu silahtan çıkan bir kurşunla yaşamını yitirmiş, olay anı kamera görüntülerine rağmen savcılığın hazırlamış olduğu iddianame ile ‘kasıt olmadan meşrumüdafaa sınırının aşılması suretiyle adam öldürme’olarak nitelenmiştir. Sanık polis Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesinin yapmış olduğu yargılama sonunda 7 yıl 9 ay 10 gün hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Bu verilen mahkûmiyet kararı Yargıtay tarafından bozularak dosya esas mahkemesine yeniden yargılanmak üzere gönderilmiştir. Dosya güvenlik gerekçe edilerek Ankara’dan Aksaray’a taşınmış ve tutuklu bulunan polisin tahliyesi ile beraber 7 yıl 9 ay 10 gün olarak verilen karar 1 yıl 4 ay 20 gün hapis cezasının 10 bin 100 lira adli para cezasına çevrilmesiyle sonuçlanmıştır. Karar Yargıtay tarafından adli para cezasının arttırılması ile 15 bin 200 lira olarak cezalandırılma kararı ile kesinleşmiştir.
Ethem Sarısülük davasıyla verilen karar Türkiye’de cezasızlık olgusunun nasıl devletin tüm kurumlarıyla işbirliği içinde bir cezasızlık politikasına dönüştüğünün ve kurumsallaştığının örneğidir.
Bu davada savcılık makamı tarafından devlet gücü olan ve asli görevi insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve güvenliğini sağlamak olan polisin nasıl korunduğunu, somut deliller mevcutken bile devlet görevlisi olan polisin adam öldürme suçunda bile kollanarak adaletin sağlanmasının engellenmesine neden olabilecek bir iddianamenin hazırlanabileceğini göstermektedir.
Yine yargılama makamının bu dava hakkında vermiş olduğu son ceza kararıyla adam öldürme suçunda suçun hukuki tanımının, suçun failinin kim olduğuna göre değişebileceğini göstermektedir. Ceza adalet sisteminde yargıçların vereceği kararlar özgürlüklerimizin garantisidir. Bu tip faile göre dağıtılan adalet anlayışı ile toplumun adalet ve hukuka olan güveni azaltılmaktadır.
Cezasızlık olgusunun aktörlerinin ve nedenlerinin çokluğu bu olguyla mücadelede için oluşturulacak stratejinin belirlenmesinde de çok yönlü bir tartışma ve kavrayışı ve en önemlisi, devletin politik tutum değişikliğini gerektirmektedir.
Sonuç olarak, devlet çıkarları insan hak ve özgürlüklerinin önüne geçmemeli, devlet suç failinin kimliğine bakmaksızın, adil yargılanma ilkesi çerçevesinde suç ve suçlunun cezalandırılmasını ilke edinmelidir.
TAVSİYELER:
– Kolluk kuvvetlerinin neden olduğu insan hakları ihlalleri konusunda etkili, bağımsız ve tarafsız soruşturma mekanizmaları kurulmalıdır.
– Devlet yetkilileri tarafından yapılan tüm kötü muamele ve işkence iddiaları etkili ve tarafsız soruşturmaya tabi tutulmalı ve sorumlular adalet önüne çıkarılmalıdır.
– İnsan hakları ihlalleri iddiasıyla soruşturulan yetkililer, suçlu bulundukları takdirde görevden alınmalıdır.
1University of Minessota Human Rights Libraryhttp://www1.umn.edu/humanrts/research/ratification-turkey.html; International Treaties Adherence, Rule of Law in Armed Conflicts Projecthttp://www.adh-geneve.ch/RULAC/applicable_international_law.php?id_state=226; UN Treaty Collection, Multilateral Treaties Deposited with the Secretary General, UNODA Disarmement Treaties Databasehttp://disarmament.un.org/treaties/; ILO NORMLEX, Ratifications for Turkey,http://www.ilo.org/dyn/normlex/en/f?p=NORMLEXPUB:11200:0::NO::P11200_COUNTRY_ID:102893; United Nations Treaty Collectionhttps://treaties.un.org/pages/ParticipationStatus.aspx; CoE Treaty Office, Complete list of the CoE treaties,https://www.coe.int/en/web/conventions/full-list(10.07.2019).
2“Türkiye Cumhuriyeti, işbu Sözleşme’nin hükümlerini yalnızca diplomatik ilişkisi bulunan Taraf Devletlere karşı uygulayacağını beyan eder.”
3“Türkiye Cumhuriyeti, Sözleşme’nin 27. maddesini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ve Ek’lerinin ilgili hükümlerine ve usullerine göre uygulama hakkını saklı tutar.”
423 no.lu Genel Yorum uyarınca, bir azınlığın var olup olmadığı, Devlet tarafından verilecek bir karara bağlı değildir. Bu varlığın (veya yokluğun) objektif ölçütlere göre tespit edilmesi gerekmektedir. Bkz. İnsan Hakları Komitesi’nin 23 no.lu Genel Yorumu: Azınlık Hakları (Art. 27), CCPR/C/21/Rev. 1/Add. 5, 04.08.1994.
5T.C.K Madde 1: “Ceza kanunun amacı, kişi hak ve özgürlüklerinin, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir.”